18 Aralık 2008 Perşembe
bölüm 7
"Merak ettim seni, nerdesin canım??"
"Bi' arkadaşımla beraberim.. N'oldu?"
"Nerdesin canım? Evde yalnızım yanına gelmek istiyorum.." diye blöf yapmıştı kadın telefonun öte ucunda
"Arnavutköyde arkadaşın evindeyim.. Ararım seni Taksime geçince"
"Peki canım.."
"Nerdeymiş?" diye sordu Murat, Mine'ye bilgisayardan birkaç saniyeliğine uzaklaşarak..
"Arnavutköy! Ama bildiğim kadarıyla onun orada hiç arkadaşı yok. Sanırım birileri bir konuda yalan söylüyor."
"Yoo" diyerek sırıttı Murat. "Orada çok yakın bir arkadaşı var.. Eski bir dost.. Ona güç veren, onu anlayan.. eski bir dost.."
"Kim var? Üstelik de benim bilmediğim bir dost öyle mi?" kadın sinirlenmişti, Fuat'ı o kadar iyi tanıyordu ve takip ediyordu ki onun gözünden kaçan bir bilginin olması imkansızdı işte bu yüzden de tavırları küstahçaydı Murat'a karşı..
"Şöyle söyleyeyim.. MİT'ten aldım bir tane GTT'ye geldim bin tane?"
"İlaç!" düşünceliydi kadın bunu söylerken..
"Bravo! bildiniz.." diye alay etmeye devam etti Murat.
"İyi ama sen orada ilaç olduğunu nereden biliyorsun?"
"Sadece ilaç değil ki! Silah, mühimmat, araç, nakit para.. Aklına ne gelirse.. Bir saldırı öncesinde ve sonrasında neye ihtiyacın varsa..."
"Bu adamların planı ne? Biz Levi'yi bulmadan bela bizi bulacak galiba"
"Bu cümleler nereden böyle.. Yalan Rüzgarı mı izlemeye başladın?!" dedi ve kendi kendine bir kahkaha patlattı.. Mine sadece anlamsız gözlerle adama baktı..
***************************
Mine, Türkiye'de doğdu.. Ailesi de öyle.. Ancak! Babası bir Mossad ajanıydı.. Türkiye'de eğitilmiş bir ajan.. Ve diğer birçok ajana eğitmenlik yapacak bir ajan.. 1965 yılında Mossad tüm dünyadan bilgi almak için sınırları zorlamaya karar verdi. Bunun için geliştirilen yüzlerce fikirden sadece bir tanesi '66 yılında uygulanmaya başladı.. Her ülkede, önemli olan şehirlerde, bilgi trafiğinin yüksek olduğu bölgelerde evler açılacaktı. Satın alınan bu evler dışarıdan normal bir aile evi olacaktı. Ancak bu evin içindeki herkes ajan olacak ve ajan doğacaktı.. Kayıtsız şartsız İsrail hükümetine bağlı olacaklardı ve gizli servis için çalışacaklardı. Aynı zamanda normal bir vatandaş gibi yükümlülüklerini yerine getireceklerdi. Herhangi bir yakalanma durumunda, yakalanan kişiyle ilgili bulunabilecek tek resmi bilgi kişinin T.C. kimlik numarası ve vergi numarası olacaktı belki birkaç tane trafik cezası... İsrail kesinlikle belge bulundurmayacaktı; yani resmi olarak...
Mine, böyle bir evde doğdu.. Evde sadece babası bir ajandı o doğduğu zaman.. Proje daha yeniydi o zamanlar.. Zamanla mükemmelleşti ama... Mine normal bir çocuk olarak büyütüldü.. Biraz disiplinli bir aileydi belki sahip olduğu ama normal bir çocukluktu yaşadığı.. İp atlayıp, evcilik oynadı, en sevdiği ayıcığına "Aliş" ismini verdi.. Ortaokula geldiği zaman artık eğitime başlaması gerekiyordu.. Önce basit ve dikkat çekmeyen eğitimler.. Dil, Tarih, Bilim.. Dışarıdan bakıldığında sadece okul dersleri.. Liseye kadar iki dil daha öğrenmişti.. Zaten bildiği İngilizceye ek olarak Fransızca ve İbranice öğrendi. Babasının sözünden çıkmadığı için onu yoğurmak kolaydı babası için.. Dünya tarihini her detayı ve her türlü çirkinliğiyle öğrenmişti.. Bilim konusunda çok yetenekli değildi ama başka bir yeteneği vardı.. Müzik.. Bunu farkeden babası aynı zamanda bunun muhteşem bir paravan olacağını da farketmişti.. Düz bir liseye gidecek, böylece çok yorulmayacak ama üniversitede konservatuara gidecekti.. Lisedeyken Mine işler onun için giderek garip bir hal almaya başladı.. Okuldan döndüğünde haftada iki gece , salı ve perşembeleri, poligona gidiyordu babasıyla.. Babası kurnaz bir adamdı.. Kendi keyfiyle, kızına ayıracağı vakti bir potada eritmişti.. Ama iki haftadan sonra Mine de eline bir silah almıştı ve o da talim yapıyordu.. Lise hayatı boyunca her hafta bunu yapacak ve çok çeşitli silahları deneyecekti ama şimdilik bundan haberi yoktu.. Bu talimler yapılırken ,pazartesi ve çarşamba günleri, karate eğitimi almaya başlamıştı.. Cuma günleri piyano dersleri vardı.. Mine, bu yoğunluktan gayet memnundu.. Ama arada babasının yüzüne baktığı zaman garip bir ifade görüyordu.. Kızını izleyen bir babadan çok, bir köpeği eğitmeye çalışan adamın yüzü gibi geliyordu ona.. Bu yoğunluk devam ederken her genç kız gibi Mine de aşık oldu.. Sınıftaki en sessiz ve en vakur çocuğa... Fuat'a aşık oldu.. Fakat ne babası bu ilişkiye müsade ederdi, ne de yoğun programı.. Ama denedi yine de.. Çocuğu çekti köşeye açıldı.. Anlattı bir bir hislerini.. Çocuk kabul etti tekliif.. Beraber oldular.. Çok uzun sürmedi ilişki.. Ama bu onların yollarını ayırmaya yetmedi.. Yıllar boyunca beraber olacaklardı... Farklı yerlerde, farklı pozisyonlarda... Gün geldiğinde de birbirlerine karşı savaşacaklardı... Lise son sınıfta babası karşısına aldı Mine'yi ve konuştu.. Anlattı bütün gerçekleri kendisiyle ilgili olan.. Bütün yaptıklarının nedenini anlattı Mine'ye.. Ve onun cevabını bekledi.. Cevap netti: "Öğrenciniz olmaktan onur duyarım hocam!" Bu cümleden sonra Mine gece gündüz demeden çalıştı.. Öğrenebildiği kadar çok şey öğrendi.. Bir odada bulunan basit eşyaların hepsiyle insan öldüremezdi belki ama on cisimden sekizi de fena bir ortalama sayılmazdı onun için.. İnanılmaz bir şekilde de gündüzleri okula devam ediyordu.. Büyük bir gayret gösteriyordu Mine.. İstanbul Üniversitesi Konservatuarını kazanmıştı.. Fuat'ınsa yurtdışında bir üniversiteye gittiğini duymuştu ama kopmuş gibiydiler o yüzden bilgileri kısıtlıydı..
Şu anda Mine gündüzleri üniversitede ders veriyordu.. Eve döndüğü zamansa bir mossad ajanına dönüyordu.. Ya da şöyle diyelim.. Mine şu anda bir mossad ajanı ama sabahları görev gereği üniversitede ders veriyor..
Görevi.. Levi'yi yakalamak ve en kısa sürede İsrail hükümetine teslim etmek.. Ortağı.. Sabetay Kohav nam-ı diğer Murat.. İzledikleri yol.. Fuat'ı takip et.. GTT 7 bilgilerine eriş.. Levi'yi yakala.. Mine inanılmaz bir oyuncu.. Fuat onu aradığında ya da onun yanına geldiğinde her seferinde ondan bilgi almaya çalıştı.. Ama bir tek şey gerçekti.. Mine Fuat'ı gerçekten sevmişti...
***********************
Sabetay Kohav.. Murat.. İsrail'de doğdu.. Matematik alanında bir dahi.. Aynı zamanda çok da kurnaz bir adam.. Mossad için çalıştı.. Görev bölgesi Türkiyeydi.. Fakat bir hata yaptı.. Türkiyede çalıştığı dönemlerde para arzusu onu MİT'le yakınlaştırdı.. Mossad bilgilerini satmaya başladı.. Önceleri sadece para karşılığı bilgi satan adam bir süre sonra bilgi karşılığı bilgi satmaya başladı.. Bir nevi bilgi tüccarıydı... Ama bilmediği şeyler de vardı.. Mossad onun bu yaptıklarını farketmişti.. Türkiye ekiplerinden bir kısmı devreye sokuldu ve İsrail'e teslim edilmesi sağlandı.. Akıl almayacak işkencelere maruz kaldı.. fiziksel ve psikolojik işkencele maruz kaldı... Ama onu öldürmediler.. İyileştirip tekrar işkence ettiler.. Çünkü onu kullanmaya karar vermişlerdi.. MİT'ten çok fazla bilgi almıştı.. Bütün bu bilgilerle Türkiye'de daha faydalı bir ajan olacaktı.. Ama mossada bağlılığını "hatırlaması" gerekliydi.. İşkencelerin yeterli olduğu düşünülünce ve Levi dosyası çıkmaza girdiğinde onu Türkiye'ye geri yolladılar.. Tabi ki Mossad ona güvenmiyordu.. Bu yüzden Mine'nin yanına yerleştirildi.. Hem ortak olacaklardı hem de dışarıdan sade bir çift gibi gözükecek ve dikkat çekmeyeceklerdi.. Tabi bu sırada Mine bu konuda bilgilendirilmişti ve Sabetay Kohav'ın her hareketini izleyecek ve gerektiği zaman üstlerine haber verecekti.. Bu Sabetay'ın hayatta kalabilmek için iyi kullanması gereken bir şanstı.. Bunu eline yüzüne bulaştırırsa tek bir kurşun, bir araba kazası, ya da yemeğindeki zehir onu bekleyen süprizlerden bazılarıydı...
***************************
"Mehmet bey! Ben Murat Yıldız. Kusura bakmayın bu saatte sizi rahatsız ediyorum ama önemli olmasa aramazdım.."
-Napıyorsun kimi arıyorsun sen- diye fısıldadı kadın sinirli bir şekilde.. Murat eliyle kadının susması gerektiğini işaret etti ve konuşmadaki istifini hiç bozmadı..
"Buyrun Murat bey. Yardımcı olabilirim umarım"
"Bu sefer ben size yardımcı olmayı ümit ediyorum"
"Dinliyorum"
"Arnavutköy Depo'nun derhal boşaltılması gerekiyor."
"Anlamadım?"
"Sözlerim gayet netti!"
"Nedenini öğrenmeyi çok isterim" adamın sinirleri bozulmuştu..
"GTT 7 şu anda yeniden toplanma aşamasında.. Farkında mısınız bilmiyorum.. Ve az önce aldığımız bir habere göre isimlerini vermeyeceğim iki üyesi Arnavutköy'de.. Üstelik bu kişilerin elinde bir kutu İlaç da var.. Ancak ekibini toplamaya çalışan kişiler için yeterli olmayacağı için depoyu soyacaklardır.. Ve sonrasında Tanrı bilir neler yapacaklar.. O yüzden elinizden gelenin en iyisini yapın şu anda orayı korumak için ve aynı zamanda o depoyu taşıyın.. ya da daha iyisi tamamen yakın orayı.. En kısa yolu bu olacaktır onları engellemenin.."
"Hmm.. Verdiğiniz bilgi için teşekkür ederim Murat bey. Ama zaten depoya gelseler bile kapıdan içeri giremeden öldürülürler.. O yüzden endişeniz yersiz olmuş.."
"Sanırım olayın ciddiyetinin farkında değilsiniz.. Bu adamlar sokak serserisi değiller.. Eski ajanlar ve normal insanların aksine özel yetileri var bu insanların.. Sizin iki tane çapulcu ajanınız onları durduramaz.. Hele ki, eğer tahminim doğruysa bu adamlar MİT'e karşı saldıracaklardır, böyleyse durum daha da öfkeli olacaklardır.. Kesinlikle koruyamazsınız orayı.. Dediğimi yapın yoksa...
"Beyefendi bence konuşmamız sona geldi.. Bilgi için teşekkür ederim.. İyi akşamlar.."
Murat'ın suratına kapanmıştı telefon.. Sinirlenmişti ama sadece konuşmadaki ses tonundan.. Yoksa gayet emindi sözlerinin ciddiye alındığından.. Ve deponun derhal boşaltıldığından..
"Ne yaptın sen? Kimdi konuştuğun?"
"MİT'in Özel Operasyonlar ve Araştırmalar bölüm başkanı Mehmet Altun.. Onları uyarmam gerekirdi.."
"Neden uyarıyorsun neden?"
"Neden mi? Levi'yi yakalamak istiyoruz ama eğer onun daha çok güçlenmesine izin verirsek onu yakalayamayız.. İmkanı yok.. Raporları okumadın galiba.. Mossad'da aldığı eğitimin yanı sıra bir de MİT tarafından eğitidi.. Nasıl bir hal almış olabileceğini tahmin ediyor musun? Onları güçsüz bırakalaım ki rahat avlayalım.."
"İyi ama eğer İlac'ı almazlarsa Fuat'ın başına neler gelir hiç düşündün mü? Bu sefer şansı olmayabilir"
"Hıh! Sen ve senin küçük aşk oyunların.. Bizim şu anda bir görevimiz var ve bu görev için kimseyi elemekten çekinmem.. Duyguların işe karışmaması gerektiğini herkes bilir.. Bütün dizilerde işler bu yüzden mahvoluyor ya.. Sakın bir daha böyle saçma bir çıkış yapma.."
"Demek herkesi elersin ha! Peki Sabetay! Umarım senden önce ben birilerini elemem.." o küçük kadın.. o sakin kadın.. o ajan kadın.. tek aşkı tehdit edildiğinde bütün bir ülkeyi gözden çıkartabilecek olan o güçlü kadın...
"Demek hem düşman hem ortağız şu anda.. İşler daha eğlenceli bir hal alacak desene..."
"Öyle gözüküyor.. Ben yatıyorum sabah dersim var.."
"İyi uykular, ortak!" dedi alaycı bir şekilde adam.
Sabah 07:00.. Alarmın sesinden saniyeler önce uyanmıştı kadın dinç bir şekilde.. Alarm çalmaya başladığı anda susturdu.. Yatağından kalkıp okul için hazırlandı.. Sıradan birisiydi dışarıdan.. Birazdan çıkınca eline bir kahve alacaktı.. Soğuktan şikayet eder bir halde yürüyecekti.. Otobüste kalabalığa karışacak ve uykulu gözlerle çevresine bakan insanlardan birisiymiş gibi davranacaktı.. İçindeyse neler olduğunu bir kendisi biliyordu.. Bir de Mossad tabi.. Bugün bir huzursuzluk vardı içinde.. Sanki birşeyler olacak gibi geliyordu ona.. Anlam veremiyordu ama.. Buna anlam veremediği süre içinde bir yandan bir sonraki adımını düşünüyordu.. Fuat'ı uyarmalı mıydı? Eğer uyarırsa onun kimliğini bildiğini açık ettiği gibi kendisini de eleverecekti.. Düşünülemezdi bile.. Onun yakınında olmalıydı Levi'yi bulmak adına ama Fuat istemiyordu onu yanında belli ki.. Herşey bir yana ya ilaç bulamazsa o zaman ne olacak Fuat'a..
Bir anda bütün bu düşüncelere dalmışken okul durağına geldiğini farketti.. Apar topar terketti otobüsü..
Herşey sakindi gün ortasına kadar.. Öğle molası verildiği zaman telefonu çaldı Mine'nin.. Murat'tı arayan..
"Hazırlan seni almaya geliyorum."
"Derslerim var saçmalama.. Hem hayırdır ne oldu?"
"Bil bakalım hastaneden kim kaçırılmış?"
"Hangi hastaneden? Bi' gevelemesene lafı! Söyle doğru düzgün"
"Düzgün söyleyince heyecanı kalmıyor ki.. Neyse.. Gümüşsuyu Askeri Hastanesi'nden bir hasta üç kişi tarafından kaçırılmış.."
"Eee! Bize ne polis ilgilensin!"
"Ciddi anlamda zeka problemin var senin.. Kimse adamı kaçıranların eşgalini tanımlayamamış.. Kaçırılan kişiyse.. Levi.. Daha detay vermemi ister misin yoksa kapının önüne geldin mi?"
"Tamam birazdan kapının önüne çıkmış olurum.."
-Hadi bakalım Levi.. Özgürlüğünün tadını çıkart.. Son saatlerin bunlar senin..- diye kendi kendine konuştu adam telefonu kapatınca.. Üniversitenin önüne parketmiş ve dörtlülerini yakmıştı bu sırada..
4 Kasım 2008 Salı
Bölüm 6
Geceleri yatakhane sessiz olurdu. Çocuklar düzenli yataklarında sessizce uyurlardı. Odanın dışındaysa, en azından bu katta, pek fazla ses olmazdı. Ama bu gece herşey biraz farklıydı...
"Suzan hanım, sizi bu saatte rahatsız ettiğim için özür dilerim ama GTT odasına gelseniz iyi olabilir.." dedi telefondaki ses.
"Mehmet, gecenin dördü.. Bu saatte ne işim var benim orada. Sabahı bekleyemez mi?" Kadın sanki rüyasında konuşuyordu. Sözcükler ağzından zorlukla çıkıyordu dışarıya.
"Efendim! Bu süpriz çok hoşunuza gidecek."
"Peki bakalım bir iki dakikaya inmiş olurum" dedi Suzan ve telefonu kapattı. Yatağında doğrulup çevresine bakındı. Sağ eliyle yüzünü ovuşturudu ve uyku sersemi bir şekilde terketti yatağını. Sabahlığını üstüne giyip saçlarını topladı hafif bir dağınıklıka beraber. Kapıyı açtığında karanlık ve her yanı mermer kaplı koridor korkutucu gelmişti kadına. Hızlıca çıktı odasından. İki alt kattaydı çocukların odası. Hepsi aynı yatakhanede kalıyorlardı. Birçok görevli, bilimadamları, istihbaratçılar, akla gelebilecek birçok önemli ve üst düzey insan bu yatakhanede yaşıyordu. Merkez binaya bir alt geçitle bağlanan bu binada..
GTT'nin odasının önüne geldiğinde Mehmet ve birkaç kişi daha kapıda bekliyorlardı. Bunlardan birisi de Edip Silahtar'dı.
"Ne var?! Bu kadar önemli olan ne?!" diye sızlandı Suzan
"Bu da işimize yarayacak sanki. İçeri göz at istersen" deyip kafasıyla kapıyı işaret etti Edip.
Suzan hafifçe öne eğildi kapının penceresinden içeri baktı.. Gözleri büyümüştü kadının.. Bütün çocuklar "süzülüyorlardı". Bütün hepsi, yedi çocuk birden havadaydılar. Hepsi uyanıktı, şaşkındı, anlamaya çalışıyorlardı olan biteni. Bir tek Levi sakindi. O hareket ediyordu üstelik. Odada geziniyordu uçarak. Tavana kadar yükselip bütün odayı dolaşıyordu. Çocukların çevresinde onlarla şakalaşıyordu.
Suzan birşey söylemeden odanın kapısını açıp bir hışımla içeri girdi. Bütün çocuklar kapıya dönmüştü. En azından kafalarını çevirmişlerdi. İlk defa uçarken vücutlarına hükmedemiyorlardı.
"Bunun sorumlusu kim bilmek istiyorum!"
Bu cümleyle beraber herkes yere düşmüştü. Havada duran bütün çocuklar. Canları yanmıştı ama ciddi bir yaralanma yaşanmamıştı. Düşmeyen birisi kalmıştı ama.. Levi hala havadaydı.. Kollarını önünde kavuşturmuş, bacaklarını ise aralamış bir şekildeydi.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Levi 23 yaşında 1,76 boyunda yapılı bir çocuktu. Her sabah traş olduktan sonra saçlarını da kazırdı. Garip bir çocuktu. Geçmişi, kendisinden de garipti. İsrail doğumluydu. 4 yaşında Mossad tarafından ailesinden alıkonuldu. Mossad o yıllarda yeni başladığı bir eğitim için çocukları ailelerinden topluyordu. Verilen eğitimin sonucunda bu çocuklar metafizik dünyasında etkin ajanlar oluyorlardı. Zihin okuma, telekinezi, zihin kontrolü gibi birçok yetinin yanında tabi ki yakın dövüş tekniklerinden birçoğunu öğreniyorlardı. Yıllar süren çalışmalar meyvelerini vermeye başladığında tek başına birçok alanda görev yapabilecek üst düzey istihbarat ve savaş ajanları ortaya çıkıyordu. Levi'nin babası İsrail-Filistin arasında olan çatışmaların birçoğunda yer almıştır. Fakat Levi annesi ve babasıyla iletişim kuramıyordu Mossad'dayken. Yirmi yaşına geldiğinde Levi artık kendi fikirlerini oturtmuş ve kendi dünya görüşü olan bir gençti. Mossad'da yapılan propagandaya rağmen o kendi okuduklarıyla kendi fikirlerini oluşturmayı denedi. Dayatılan doğrulara direnmeye çalıştı. Levi, İsrail adına çalışmak istemediğini farketti. Filistin ile olan savaşta haksız bir tarafta olduğunu düşünüyordu. Mossad'dan ayrılması gerekiyordu. Ama hiçbir devlet, birisine bu kadar yatırım yaptıktan sonra onun çekip gitmesine izin vermezdi. Bir yolunu buluncaya kadar kaçmanın, devam etmesi gerekiyordu ve bunun gayet iyi farkındaydı. Tam kaçış planlarını yaptığı sırada, üslerinden birisi ona elim bir haber getirdi. Babası ve annesi süikasta kurban gitmişlerdi. Filistin tarafının ayarladığı bir süikastti. Evlerinde uyurken, yatak odalarında, yataklarında, gecenin karanlığında, kimsenin hareket etmediği kedilerin bile uyuduğu bir zamanda, kafası dumanlı bir süikastçi, sessizce süzülmüştü içeriye. Yavaşça ilerlemişti gecenin soğuğunda ve karanlığında evin içinde.. yatak odasının kapısındaki perdeyi hafifçe aralayıp içeri geçmişti. Yeşil odadaki koyu yeşil yatakta yatan beyaz gecelikli ve beyaz entarili çiftin gecelerini kırmızıya boyamıştı.. Kan kırmızıya boyamıştı... Çıkmadan odadan boynundaki kefiyeyi çıkartıp ayak uçlarına bırakmıştı. İmzasını bırakan bir sanatçı gibi hissediyordu kendisini.. Gerçeğin, pisliğini ve caniliğini resmeden bir ressam gibi.. Ve aynı gecenin karanlığında yok olmuştu ortadan.. Amiri bu haberi getirdiği zaman genç Levi'ye bir kutu getirdi. Koyu kahverengi bir kutu. Önünde küçük bir dosya içinde bir kağıt vardı. Levi'ye ait olduğu ve ondan başkasının açmaması gerektiği yazıyordu. Tabi bu yazı sadece göstermelikti. Mossad içinde ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Çocuk kutuyu aldı. Gözünden bir damla yaş gelmedi. Dondu ve sakinliğini korudu. İyi bir ajan her durumda sükunetini korumalı ve ruh halini stabil tutabilmeliydi. Amirine selam verdi ve arkasını döndü. Amiri odayı terketti. Kutuyu açtı genç adam. İçinde ailesi öldürüldüğünde bırakılan kefiye vardı katlanmış bir şekilde, bir adet aile fotoğrafı, ve bir mektup vardı.. Zarfı açtı yavaşça.. Sakince mektubu okumaya başladı. Babasından bir mektuptu.. Artık bu toprakların onun için ya da herhangi bir insan evladı için güvenli olmadığından bahsetmişti babası.. Akrabalarında bir kısmı Türkiye'deydi.. Onların yanına gitmesi gerektiğini söylüyordu babası.. Ve tam olarak nasıl olacağını anlamadığı bir durumdan bahsediyordu. Şöyle diyordu: "Bu mektubu derhal Birim Şefiniz olan kişiye götür. O senin Türkiye'ye gitmen için bütün ayarlamaları yapacaktır. Sen sadece çantanı topla ve gerisini düşünme. Unutma sen Mossad'da özellikle Türk kültürüyle eğitildin ve o dili öğrendin.. Vakit kaybetme.." mektubun en altında babasının imzası vardı. Ama imzanın altında anlam veremdiği bir grup sayı ve harf vardı. 648G77T34T yazıyordu.. Aklında bunun ne anlama gelebileceğine dair komplolar oluşuyordu elbette ama kesin bir bilgisi yoktu.. Hem ayrıca babası onun Mossad'da ne yaptığını nasıl bir eğitim aldığını nereden biliyordu. Ayrıca da o kimdi ki bir emriyle onun isteğini yerine getireceklerdi. Ama babasını sorgulamaktansa, gerçek olup olmadığını test etmeyi tercih ederdi.. Önce aile fotoğrafını cüzdanına yerleştirdi, sonra kefiyeyiboynuna aldı. Bağlamadı sadece boynunda serbest bıraktı.. Hem bu cinayeti hiçbir zaman unutmamak adına hem de Filistin'i İsrail'e göre haklı konumda gördüğü için.. Gerçi o da farkındaydı, savaşta haklı konum yoktur.. Ama o şu anda çelişkileriyle hayatta kalmak zorundaydı.. Odasından çıktı çocuk.. Kapıdan koridora adım attığı zaman artık o bir çocuk değildi ama... Büyümüştü.. Üzerinde gri kamuflajı, ayağında postalları, sırtında puşi, elinde mektup ve yüzünde kararlılıkla yürüdü o gün koridorlarda.. Kapısını çaldı birim şefinin.. Cevabı beklemden girdi içeriye.. Ya onlar onu yollayacaktı Türkiye'ye ya da o kaçacaktı.. Bu yolun dönüşü yoktu artık onun için.. Adamın masasına önüne kadar geldi.. Selam vermeden masanın üstüne mektubu bıraktı.. Adam bir nebze olsun sinirlenmemiş ya da şaşırmamıştı. Zaten bunun olacağını biliyordu.. Mektuba bakmadı bile. Mektup Levi'ye gitmeden incelenmişti ve gerekli hazırlıklar yapılmıştı.. Adam maun masasının sol ilk çekmecesinden bir pasaport, bir uçak bileti, bir kimlik, bir silah, sarı bir zarf içinde para bir ve bir dosyayı masaya koydu sırayla.. Levi'ye baktı, "Yolun açık olsun evlat.. Seninle keşke sokakta olabilseydik.. İyi bir öğrenciydin.. Gittiğin yerde kimse eğitimini bilmiyor.. Ona göre davran.. Gözümüz üzerinde olacak.. Sana ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz takdirde seni geri çağırma hakkımız var bunu asla unutma!" Levi, tek kelime etmedi.. Sümenin üzerinde duranları toparladı ve odayı terketti.. O günün gecesinde de ülkeyi terketti ve yepyeni bir hayata başladı.. Aslında eskisinden çok da farklı olmayan bir geleceğe dikkatli bakınca...
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
"Benim!" dedi Levi.. konuşmaktan çok haz aldığı söylenemezdi..
"Seninle kahvaltıdan sonra odamda görüşeceğiz demek bu.." dedi Suzan "Siz diğerleri, Cem ve Levi dışında, hala gücünüzü kontrollü kullanamıyor musunuz?! Bütün çabalarımı boşa çıkartırsanız, sizin için hiç hayırlı olmaz.." "Ha bu arada! Sarp yarın seni de görmek istiyorum.. Malum sen daha bir gram ilerleme kaydetmedin.. Artık istifa etmen gerekiyor sanırım.. Ama bunu sabah konuşuruz.. Şimdi biraz dinlenin.." dedi ve çıktı kadın.. Kapıdaki kalabalık dağılmıştı.. Çocuklarsa sabaha kadar uyuyamadılar.. Artık işler tehlikeliydi.. Daha da tehlikeli olacağa benziyordu.. Hayatları söz konusuydu..
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Sabah olduğunda üç adam evin salonundaydı. Dinç bir şekilde yeni güne ve yeni savaşlara hazırlardı. Artık intikam zamanı geliyordu. Levi'yi aldıktan sonra Arnavutköy Depo'ya gitmek zorundaydılar artık zira İlaç bitmek üzereydi.. Salonda toplanan adamlar kahvelerini içerlerken bir yandan kafalarında bir plan yapmaya çalışıyorlardı..
"Levi... Hangi hastanede acaba? Nasıl çıkartacağız onu oradan.. Cem senin güçlerin hala eskisi gibi mi?? Kimsenin bizi farketmeyeceğinden emin miyiz??" diye sordu Haldun sakince..
"Öyle olmasını ümit ediyorum.. Beni kimse farketmiyor, ama bu sadece sokakta yaşadığım için insanların beni görmezden gelmesi de olabilir.. Bir saatten sonra ilacın yan etkisi olmaktan çıkmış olabilir.. Peki senin gücün devam ediyor mu Haldun?? Orada bir çatışma çıktığında kurşunlardan ne kadar etkileneceğiz??" diye karşılık verdi Cem...
Bu sırada Fuat sessizce oturuyordu masada, cumbadaki ortaklarının konuşmalarını dinliyordu.. Merak ettikleri şeylerde haklıydılar.. Bunu test etmek lazımdı.. Kendilerini göre göre ölüme götüremezlerdi..
Salonda duvardaki rafta duran küçük "kris" yavaşça havalandı.. Fuat'ın elinin bir hamlesiyle, kendisiyle ortaklarının arasına geldi.. Fuat baş, işaret ve orta parmağı açık diğer iki parmağı kapalı ve avuç içi silahın kabzasına dönük bir şekilde duruyordu.. Krisin ucu, direk Haldun'a dönüktü.. İkisi de fark etmemişti salonun ortasında havada duran silahı..
"Haldun!" dedi Fuat yavaşça.. Haldun kafasını çevirdiği anda gözleri büyüdü.. Fuat sanki havada duran silahı iter gibi hareket ettirdi elini nazikçe ve kris inanılmaz bir hızla Haldun'a doğru gitmeye başladı.. Haldun o kısa zaman diliminde gözlerini sıkıca kapattı ve dizlerine kapattı kafasını.. Ve o sırada herkes sorularına cevap buldu... Açık mavi, yarı şeffaf bir yarım küre oluştu Haldun'un ve Cem'in çevresinde ve krise kadar geldiğinde kris bu küreye çarpıp sekti.. Daha yere düşmeden Fuat tekrar kontrolünü kazandı krisin ve estetik bir şekilde düşen krisi yumuşak bir manevrayla eski seviyesine getirip raftaki yerine koydu...
"Sanırım az önce sorduğunuz soruların cevaplarını aldınız çocuklar! Şimdi eğer merak ettiğiniz başka birşey yoksa yavaştan şu işi halledelim ve Levi'yi bir an önce bulalım..."
Adamlar şoktaydılar.. Demek ilaçla beraber güçleri geri gelmişti.. Artık kesinlikle durdurulamazlardı.. Ekip bir araya geldiği zaman, yeterli ilaç ve malzemeyle yenemeyecekleri kimse yoktu.. Herşey onların elindeydi artık.. Şimdi oyunun kurallarını yeniden yazabileceklerdi..
Apartmanın kapısının önünde duruyorlardı.. Yerler ıslaktı bir önceki geceden ve yeniden başlamıştı yağmur inceden.. Üç adam sağa sola baktılar, birbirlerine baktılar, Haldun ceketinin yakasını kaldırdı, Fuat ceketini üstünde silkti bir defa ve bileklerini düzeltti, aralarında en ciddiyetsiz duran Cem ise sweatshirtün kapşonunu kafasına geçirdi.. Yavaşça karşıya geçtiler.. Dört araba geçtiler, ikisi beyazdı arabaların diğerlerinden biri kırmızı ötekisi metalik griydi.. Beşinci araba siyah bir BMW idi.. 116i, 5 kapılı bir BMW.. Sanki herşey normalmiş gibi arabanın çevresine geçtiler herkes kapıların başına geçti.. Cem bir saniye gözlerini kapattı.. Sonraki sahne kapının kilitleri açılmış ve alarmı çalmamıştı.. Hepsi gayet dopal bir biçimde arabaya geçtiler.. Sanki araba onların gibi rahatça kuruldular koltuklara.. Hepsinin içinde çocukça bir heyecan vardı.. Yaptıkları şey onlara bir iki saniyeliğine keyifli gelmişti.. Cem sürücü koltuğunda, Fuat onun yanında, Haldun ise arkada oturuyordu.. Plana göre önce Gümüşsuyu askeri hastanesine gideceklerdi, eğer Levi oradaysa onu alacaklardı, eğer yoksa nerede olduğunu öğreneceklerdi, ha tabi birileri onları durdurmaya ya da sorgulamaya kalkarsa anında infaz edeceklerdi o kişiyi... Arabanın içinde bir süre sessizce oturdular.. Arabaya girmek sorun değildi ama çalıştırmak... Cem arkaya dönüp Haldun'a "Abi, sen düz kontak yapmayı biliyor musun?" dedi.. Haldun bir an için kalakaldı.. "Yani çok eskiden yapmayı öğrenmiştim ama.. Bu araba yeni belki sistem değişmiştir, ne bileyim belki düz kontak engelleyici bir sistem gelmiştir.." "Denemek zorundasın Haldun, şu anda daha iyi bir çözüm yok.." dedi Fuat kararlı bir ses tonuyla.. Haldun ve Cem yer değiştirdiler.. Haldun arabayı kurcalamaya başladı.. Bir gidip kaputu açıyor orada birkaç birşey yapıyor sonra dönüyor içeride birşeyler yapıyor ama arabada bir değişiklik olmuyor... On dakika kadar uğraştıktan sonra arabanın sahibi uzaktan bağırarak koşmaya başladı.. 30 35 yaşlarında hafif göbekli, iyi giyimli bir adamdı üstlerine gelen.. Haldun onu görünce arabanın kaputunu kapattı, içeridekilere çıkmaları için ön camdan işaret etti.. Üçü de arabanın önünde adamın yanlarına gelmesini bekliyorlardı..
"Lan arabamı mı çalıyordunuz lan?! Bekleyin burada polisi çağırıyorum şimdi! Sıçtım ağzınıza!"
Üç adam da ses çıkartmadılar.. Sadece izliyorlardı.. Adam cep telefonundan polisi aradı.. Polisle konuşurken adamlara arkasını dönmek gafletinde bulundu.. Haldun tereddüt etmeden ense köküne yumruğunun altıyla vurdu.. Adam önce telefonu elinden düşürdü sonra da yavaşça yere düşerken Haldun yakaladı onu.. Bayılmıştı sadece.. Adamın cebinden arabanın anahtarlarını aldılar.. Kaldırımdaki banka oturttular ve üstüne Haldun ceketini verdi..
Tekrar arabaya bindiler.. Cem, anahtarla arabayı çalıştırdı ve Taksim'e doğru yola çıktılar.. İlk hedef Gümuşsuyu Askeri Hastanesi... "Umarım, Levi hala sağ sağlim hayattadır.. Umarım onu bulmak çok zor olmaz... Kökle hadi Cem! Kurtarmamız gereken bir ortağımız var.. Bir dostumuz var kurtarmamız gereken..."
14 Ekim 2008 Salı
bölüm 5
"16 ekim 1988
Cem'in gösterdiği gelişim diğerlerinden çok daha farklı. Hepsi bireysel yetiler geliştirmesine rağmen o, hem kendi için bir yeti geliştirdi, hem de ekibe faydalı bir güç geliştirdi. İki aylık çalışmamız dün akşam saatlerinde meyvesini verdi. Güçlerini artık kendi iradesiyle kontrol edebiliyor. Diğerleri henüz bunu tam olarak başaramdı. Hatta hala güçlerini kazanamayanlar bile var.. Levi ve Sarp hala sıradanlar. Onları gruptan çıkartmam gerekebilir. Belki Levi işime yarayabilir, Teşkilat için faydalı birisi haline gelebilir. Ama Sarp'ı ortadan kaldırmamız gerekir... "
Odanın kapısı çaldığında Suzan kayıt cihazının durdurma tuşuna bastı.
"Buyrun!"
Kapı aralandığında gözüken kişi Cem'di.
"Gel Cem, bende seni bekliyordum." Cem yavaşça yürüyüp, koltuklardan birine bıraktı bedenini..
"Buyrun Suzan hanım, emrettiğiniz gibi çalışmamdan hemen sonra geldim. Yalnız çok yorgunum o yüzden lütfen konuşmayı kısa keselim."
Cem ilk gün Suzan hanımı gördüğünde çok korkmuştu ondan fakat çalışma sürecinde ve ilaç'ın etkisiyle ziyadesiyle değişti bu görüşü.. Artık ondan korkmaktan çok ondan tiksiniyordu ve bu sayede onunla istediği gibi konuşuyordu..
Suzan hanımsa aldırmıyordu Cem'e ve küstahlıklarına.. O bu kadar basit duyguları önemsemezdi. O'nun için önemli olan tek şey Teşkilat'tı, içindeki insanların tavırları değil..
"Cem, seni bizzat tebrik etmek istedim.. Grupta gücünü kontrol eden ilk kişi sensin. Bunu başarabildiğin için seninle gurur duyuyorum ve tabi kendimle de gurur duyuyorum.. Sonuçta sendeki ışığı gördüm ve senin ayrı bir eğitim almanı sağladım.. Bak ne güzel sonuçlarla geldin karşıma.. Bir de bana kızardın o karanlık odada seni saatlerce bıraktığım için.. Hala kızgın mısın bana??"
Cem hafifçe doğruldu.. Dirseklerinden birini koltuğun kolçağına diğerini ise dizine koydu.. Tehdit etmeye hazırlanan bir gencin hamlesiydi bu.. Acemice ama yine de tehditkar..
"Suzan! Bu odada olan bütün izleme ve dinleme cihazlarını bozabilirim ve bunun farkına bile varmassın.. Sonra da seri bir hamleyle üstüne doğru atlarım ve bu hamleyi gerçekleştirirken sümenin üzerinde duran mektup açacağını da alırım ve senin boynuna saplarım.. Eğer ordan ölmenin uzun zaman alacağını fark edersem gerekiyorsa bütün vücuduna saplarım onu.. Ve bunları yaparken inan gözümde bir gram korku ya da tedirginlik göremezsin.. Bana yaptığın onlarca işkenceyi sana ödeterim.. Ama kızgın mıyım?? Yo, hayır.. Hislerim kızgınlıktan çok öte.. Belki doğru kelime ... Nefret olabilir..."
Korku bu sefer Suzan'ı etkisi altına almıştı.. İliklerine kadar hissediyordu bunu.. Kocaman koltuğunda ufacıktı şu anda..
Cem cümlesini bitirdiğinde gözlerini bir süreliğine kapattı ve sonra aynı dediği gibi bir hamlede yerinden kalkıp mektup açacağını kavradı. O sırada tiz bir kadın çığlığı geldi kulağına, suzan gözlerini sıkıca yummuş kafasını da omzuna çevirmişti ama hareket edemiyordu. Cem mektup açacağını çevirip sümene sapladı. Suzan önce tek gözünü açtı, ölmediğinden emin olunca da diğerini.
Cem kapının önünde, çıkmak üzereydi Suzan gözünü açtığında..
"Bunun için ceza alacaksın Cem!" diye haykırdı Suzan arkasından.. Bunu duyan Cem bir an duraksayıp kafasını hafifçe yana çevirdi..
"Beni cezalandırmaya cesaret edemezsin.. Dene ve sonuçlarına katlan kadın!" Cem cümlesini bitirdi, bir saniyeliğine gözlerini kapattı ve kapıdan hızlıca çıktı..
Şimdi Suzan ofisinde oturuyor ve sümenine saplanmış mektup açacağına bakıyordu.. Birisi odasındaydı, tartışmışlardı sanki sonra bir kavga yaşanmıştı sanki.. Ama kimle yaşamıştı bunu?? Kimdi ona saldıran?? Olaylar yerli yerinde olmasına rağmen öznesi kayıptı bütün olayların.. Telefonu kaldırdı ama arama tonu yoktu telefonda. Sanki bozulmuştu bir anda..
"Cem..." dedi kadın sessizce "Demek gücünü kullanmanın yeni yöntemlerini de buldun, elektronik aletlerden sonra şimdi de insanların hafızaları ha! Vay be..." Suzan hayretler içindeydi.. Artık ekip durdurulamazdı.. Artık kimse onları hatırlamayacaktı.. Odadan çıkıp başka bir telefon aradı.. Bu haberi üstlerine ivedilikle bildirmeliydi...
xxxxxxxxxxxxx
Yüksek tavanlı evin cumbasında iki adam karşı karşıya oturuyordu yine.. Gecenin ortasında karanlığa bakıp susuyorlardı sadece.. İçeriden, banyodan gelen duş sesi dışında sessizdi ortam.. Çıt çıkmıyordu..
"Fuat sence ne oldu Cem'e??"
"Hiçbir fikrim yok.. Belki ilaç'ın yan etkisidir, belki de sadece yanlış kararlar almıştır.. Bilemiyorum.. Aklım karıştı.. O'nu öyle görünce.."
"Haklısın. Çok garip oldum ben.. En küçüğümüz ne hale gelmiş.."
Fuat bir an duraksayıp kafasını banyonun olduğu tarafa çevirdi.. Su sesi kesilmişti.
"Bitmiş olmalı banyosu ona kıyafetleri getireyim ben.. Benim oğlanın kıyafetleri olacaktı.. Gerçi biraz genç işi ama.. Bu evde ona uygun tek beden oğlanınki.." kendi kendine söylenererk odaya doğru yürüdü..
Oğlunun odasına girdi.. Herşey düzenliydi.. Uzun zamandır gelmemişti oğlu.. Fuat da odasına girmemişti uzun zamandır.. Girdiğinde hüzün çöktü üstüne.. Alelacele bir kaç tane kıyafet çekip aldı dolabından.. Ve hiç zaman kaybetmeden çıktı odadan, kaçarcasına..
Fuat ve Cem aynı anda kapıları kapadılar.. Cem, Fuat'a minnetle bakarken Fuat kıyafetleri verdi ona.. "Giy hemen üşütmeyesin.. Salondayız biz.." Bornozlu kısa adam, kıyafetleri alıp tekrar banyoya geçti..
Çok geçmeden salonun kapısında belirdi Cem.. Üzerinde kapşonlu bol siyah bir sweatshirt - kırmızı bir graffiti vardı baskıda..- altında da bol bir kot pantolon vardı.. 38 yaşındaki adam genç bir çocuk gibi duruyordu.. Temizlenmişti, sakallarını kesmişti.. Resmen parlamıştı.. Üzerindeki kıyafetlerle komik göründüğünü düşünse de yinede düzgün giyinmiş olmak bile yeterliydi..
Cumbadaki iki adam kapıya baktılar.. Bir an bütün olanları, herşeyi unuttular ve gülümsediler.. Cem'i o halde görünce gülmelerine engel olamamışlardı.. Cem de gülmeye başladı.. Yavaşça yanlarına geldi eski ortaklarının, arkadaşlarının...
"Anlat evlat! Ne geldi başına.. Ne oldu sana.. Nasıl bu hale geldin??" diye kesti gülüşmeleri Fuat.
"Ben.. ben.. bilmiyorum abi.. Sanırım bir yan etki..." duraksadı Cem.. Boğazını temizledi..
"Teşkilat lav edildikten sonra, bi iki ay içinde beklenmeyen etkiler oluşmaya başladı bende.. Belki sizde de olmuştur bilmiyorum.. Önce işsiz kaldım.. Hergün gittiğim şirkette, kendi kurduğum güvenlik şirketinde, kimse beni tanımaz oldu.. Kimse beni tanımıyordu.. Kim olduğumu sorduklarında, sahibi olduğumu söylüyordum ama inanmıyorlardı ve güvenlikler beni dışarı atıyordu.. Birkaç defa böyle oldu.. Tam buna bir çözüm ararken evsiz kaldım.. Ev sahibim bir gün eve bakması için birilerini getirdi.. Ben evdeyken.. Sonra bana kim olduğumu sordu.. Ben de yıllardır onun evinde kaldığımı söyledim.. İnanmadı bana.. Kontratı getirdim.. Sahte dedi.. Evi bana kiraladığını hatırlamadığını söyledi.. Polis zoruyla evden çıkartıldım.. Bankadaki hesabıma ulaşmaya çalıştığımda hiçbir hesapta adımın gözükmediğini söylediler.. Ve sonra beş parasız, evsiz, işsiz, arkadaşsız kaldım.. Sizlere de ulaşamadım.. Karşıma çıkmanız yıllardır yaşadığım tek iyi olaydı.. yaklaşık iki yıldır evsizim.. öyle olmalı.. belki daha fazladır.. ama az değil..."
Kanı donmuştu Haldunla Fuatın..
"Bunu onlara ödetmeliyiz.. O lanet herifler sana yaptıklarının cezasını çekmeliler.. İşte bunu anlatmak istemiştim sana Haldun.. Bu çocuğun bu hale gelmesini sağlayanlar o itler.. Onların hepsi, bütün Teşkilat cezasını çekmeli.. Artık Cem de yanımızda olduğuna göre, bizi farketmezler bile.."
"Bir dakika, bir dakika.. Tam olarak neyden bahsediyorsun sen papaz.. Ne planlıyordunuz??"
"Teşkilat'a saldırıyoruz Cem. Seni bulduğumuzda Depoya gidiyorduk.. Yeterli ilacımız ve mühimmatımız olduğu zaman bütün ekibi bulacak ve Teşkilat'a saldıracaktık... Seni daha önce bulduk.. Ki bu da iyi birşey artık daha rahat hareket edebiliriz.."
"Saçmalama Fuat! Onlara karşı hiçbir şansımızın olmadığını bilmiyor musun?? Daha kapıya varmadan vururlar hepimizi.. Kimbilir bizim takım lav edildikten sonra neler geliştirdiler.. Haldun bile koruyamayabilir bizi.. (Haldun bu son cümleye biraz kırılmıştı ama haklıydı Cem o yüzden sessiz kalmaya devam etti) Sakın beni bu işe bulaştırmayı düşünme.."
"Asıl sen saçmalama Cem!" Gürlemişti resmen Fuat. "O itler hepimizin hayatını cehenneme çevirdi.. Önce kendi pis işlerini bize yaptırdılar, üstelik vatanseverlik duygularımızla oynadılar, sonra da biz hastalanınca bizi ölüme terkettiler.. Halimize bak.. Ne hallere gelmişiz.. Kimbilir diğer çocuklara ne oldu?? Levi, Sarp, Sonat, Tolga... Hem kendine bir bak.. Evsizlik daha mı iyi ölmekten? En azından onurunla öleceksin savaşarak.. Açlıktan ölmektense, çarpışarak öleceksin.. Eğer ölmezsek de öcünü almış huzurlu bir adam olacaksın.. Şimdi söyle bakalım.. Hala bulaşmamak mı istiyorsun bu işe??"
Cem afallamıştı.. Fuat konuşurken kimi zaman sinirlendi, kimi zaman heycanlandı, kimi zaman üzüldü ve bolca düşündü.. Bir karar verdi...
"İhtiyacımız olan şey bolca ilaç.. Bir de minibüs.. Yedi kişi ve techizatlarla rahatla sığabileceğimiz bir araç.. Siyah olsa da fena olmaz.. Öleceksek eğer şu işi düzgün yapalım.. Biraz şeklimiz olsun.."dedi ve gülümsedi Cem... Fuat rahatlamıştı.. Haldun heyecanlıydı..
"Avucunu aç!" dedi Fuat.. Bu artık bir ritüel olmuştu.. Sanki yeniden doğuyordu çocuklar bu sahneden sonra..
Cem avucunu açtı.. İki sarı hap düştü.. Bir süre haplara baktı Cem.. Sonra bir çırpıda yutuverdi.. Su bile kullanmadı.. Derin bir nefes aldı.. Sanki ilk defa nefes alıyordu..
"Duyduğuma göre Levi hastaneye kaldırılmış.. Askeri bir hastaneye.. İstanbul'da kaç askeri hastanede Levi adında birisi olabilir ki hızlıca bulabiliriz onu.." dedi Cem boşluğa bakarak..
"Nereden biliyorsun bunu?" dedi Haldun.. Bütün gece ilk defa konuşmuştu..
"Sokakta kaldığında ve kimse seni tanımadığında hatta kimse seni görmediğinde, eğer kulakların keskinse çok fazla şey öğrenirsin.. Hemde çok fazla..."
"Sabah ilk iş yola çıkıyoruz o zaman.. GTT 7 bir araya gelmeye başlıyor.."
16 Eylül 2008 Salı
bölüm 4
Apartmandan çıkar çıkmaz Fuat bir sigara yaktı.. Seri adımlarla karanlıkta kayboldular.. Fuat'ın motoru iki sokak aşağıdaki otoparktaydı.. Otoparka kadar hiç konuşmadılar.. Haldun, komutanına güvenirdi.. Her zaman en iyi planları yapardı.. Ve o plan yaparken onu rahatsız etmek istemezdi.. Bu yüzden otoparka giderken ağzını bıçak açmadı ikisinin de..
Otoparka geldiklerinde küçük bir kulubeden bir adam çıktı..
"Buyrun!"
"Motorumun anahtarını alabilir miyim?"
"Hangisiydi abi?"
"Zaten bir tane motor var burada, ne diye abuk subuk sorular soruyorsun.. Anahtarımı ver acelem var.. Al işte paran" adamın eline bir ellilik verdi. Adam bu azara bozulmuştu ama takışmak istemiyordu.. Çelimsiz birisiydi ve şu anda otoparkta yalnızdı.. Hemen gidip anahtarı bulup getirdi.. Suratına bile bakmadan anahtarı verdi..
Fuat'ın motoru bir KTM 690 Duke'tü.. Asfaltta gitmek için daha iyi bir motor bulamazdı kendisine.. İnanılmaz bir keyif veriyordu ona bu motor.. Aradığı şey onun için hızdan önce sağlamlıktı ve aradığı aşkını (!) bulmuştu bu motorla..
Haldun ile beraber motora ilerlediler.. Gecenin karanlığında kaybolan siyah motorun yanına geldiler. Fuat binip çalıştırdıktan sonra manevrasını yaptı, ardından Haldun bindi arkasına.. Birazdan bu otoparktan çıkacaklardı ve geri dönemeyecekleri bir yola gireceklerdi.. Haldun bir an için yaptıklarını sorgular gibi oldu.. Gerçekten bütün ekibi toplayabilecekler miydi? Topladıkları zaman gerçekten Teşkilat'ı yok edecekler miydi? Gerçekten Teşkilat peşlerinde miydi? Tam bunları düşünürken artık çok geç olduğunu anladı, altlarındaki demir at tozu dumana katarak büyük bir hızla yola çıktı..
Fuat deli gibi kullanıyordu.. Trafiğe dikkat etmiyordu.. Gerçi yolda çok fazla araç yoktu ama sonuçta bu kadar riske girerlerse onları Teşkilattan önce bu yol öldürecekti.. Köprüye geldiklerinde yol önlerinde iyice boştu ve Fuat motorun sınırlarını zorlamakta kararlıydı.. Sonuna kadar yükleniyordu gaza.. Yolun çevresi ışık hüzmesinden başka birşey değildi artık.. Sanki ince bir ip üstünde gidiyorlardı üstelik.. Haldun iyiden iyiye korkmaya başlamıştı.. Neyse ki köprünün sonuna geldiği zaman biraz yavaşlamıştı.. Artık normal bir hızda seyir etmekteydiler.. Arnavutköy'e kadar hiç durmadan gittiler..
Sahilde, motorla kaldırıma çıktılar ve motordan indiler.. Saat gece 00:34'tü.. Soğuk hava sanki ağırlaşmıştı.. Sanki bütün korkularıyla beraber ve bütün gerçeklikle beraber ağırlaşmıştı üstlerinde.. Kaldırımdan karşıya geçtiler.. İki tane balıkçının arasındaki arnavutkaldırımlı yokuştan yukarı çıkmaya başladılar.. Sahilden otuziki adım sonra yağmur yağmaya başladı.. önce çiseleyen yağmur çok geçmeden bir sağnağa döndü.. Önlerinde sağ tarafta eski ve terkedilmiş bir ahşap köşk vardı.. Hemen o evin verandasına gidip yağmurdan korundular.. Fuat'a göre bu yağmur çabuk dinecekti ve bu sürede biraz dinlenebilirlerdi.. Beklenmedik bir anda gelen bir telefon sesiyle iki avcı da irkildi... Fuat'ın telefonuydu çalan..
Gelen Çağrı : Mine Lise
Telefonu tereddüt etmeden kapattı. Ardından bir daha çaldı telefon. Yine Mineydi arayan.. Mine iki defa aramazdı; eğer arıyorsa bir endişesi vardır... Dayanamayan Fuat telefona cevap verdi..
"Efendim!"
"Merak ettim seni, nerdesin canım??" sesi endişeliydi küçük kadının.. sanki daha da küçüktü bu akşam kadın...
"Bi' arkadaşımla beraberim.. N'oldu?"
"Nerdesin canım? Evde yalnızım yanına gelmek istiyorum.."
"Arnavutköyde arkadaşın evindeyim.. Ararım seni Taksime geçince"
"Peki canım.." uysallaşmıştı kadın.. Ama üzgündü...
Fuat görüşmeyi sonlandırdı.. Sonra da telefonu kapattı ve elinde bir defa döndürdükten sonra cebine koydu..
Yağmur hala bütün şiddetiyle devam ediyordu.. Birer sigara yaktılar.. Yoldan kimse geçmiyordu.. Bir kedi bile yoktu o yağmurda sokakta..
Daha sigaralarından iki nefes bile almamışken ilerideki yol ayrımından bir evsiz adam çıktı.. Altında parçalanmış siyah bir pantolon, kafasında artık sökülmüş ve yırtılmış bir bere üzerindeyse çıplak ve isli siyah bedeniyle neredeyse bir olmuş çöp poşeti vardı.. Ayakları ise çıplaktı adamın.. Hafif sendeleyerek ahşap eve doğru ilerliyordu..
İki adam da yolda tek dikkat çeken şey olan evsize bakıyorlardı.. Bir sonraki hamlesini düşünüyorlardı.. Biraz adama acıyorlardı.. Yüzlerinden bile okunabilirdi bu acıma duygusu.. Tam o sırada, tam adama acıdıkları sırada, tam adama daha dikkatli bakmaya başladıkları anda, Haldun'un gözleri büyüdü.. Birşey söyleyecekmiş gibi oldu önce, ağzı açıldı.. Sonra kontrol etmek ister gibi tekrar daha dikkatli baktı.. Kafasında adamı temizledi, düzgün kıyafetler giydirdi, sakallarını kesti..
"CEM!" diye haykırdı bir anda.. Tanıdık birisine seslenmekten çok, bir insanı farkında olmadığı bir tehlikeye karşı uyarır gibiydi.. Fuat bu tepkisine önce kızdı.. Tam paylayacaktı ki Haldun'u, adam dönüp onlara baktı ve yağmurun altında donakaldı ve işte o sırada Fuat'ın da dikkatini çekti adam tam olarak..
"Cem?!" dedi Fuat, tereddütlü bi sesle..
Adam sadece bakıyordu inanmaz bir hali vardı olanlara..
"Haldun?? Papaz??"
"Cem bu! Komutanım Cem bu!"
iki adam da evsizin yanına koştu.. Haldun Ceketini çıkartıp adamın sırtına verdi ve onu sarmalayarak verandaya aldılar tekrar..
"Cem ne oldu sana?? Nasıl bu hale geldin sen?? Neden bize ulaşmadın??" diye soruları sıralamaya başladı Fuat..
Adam hiçbirşeyin farkında değildi sanki.. Sanki aynı dünyaya ayak basmıyorlardı.. Sanki onların yanında değilmiş de daha çok bir rüyadaymış gibi yavaş tepkiler veriyordu.. Kendini sarmalayan iki adama bakıyordu sırayla.. Bir anda dondu.. Ağlamaya başladı... Uzun zamandır bu anı beklemişti... Birilerinin onu hatırlamasını istemişti... Ve şimdi iki kişi onu tanıyordu.. Üstelik ismini bile hatırlıyorlardı...
xxxxxxxx
Cem, en gençleriydi.. O odadaki yedi çocuktan en genci.. Onsekiz yaşındaydı.. Liseyi daha yeni bitirmişti.. Ama o dersliğin içinde kimsenin eğitim düzeyi önemli değildi.. Kimsenin yaşı önemli değildi.. Önemli olan, Teşkilat'taki başarıları ve başarısızlıklarıydı.. Onlar özeldiler.. Onsekiz yaşındaki bir genç için özel olmaktan daha önemli birşey olamazdı.. Teşkilat, Savaş, Başarı.. Bunlar o genç çocuk için sadece birer anlamsız kavramdı.. Ta ki Edip Silahtar'ın o dersini alana kadar.. Derslikten çıktığı zaman Cem de diğer arkadaşları gibi düşünceler içindeydi.. Ama tam olarak da algılayamamıştı olan biteni.. Fuatla konuşmak istiyordu.. Ama yanına gitmeye cesaret edemedi.. Yirmi iki yaşında çakmak çakmak bakan mavi gözleri ve uzun boyuyla ürkütücü duruyordu.. Düşünceli olmadığı zamanlarda her zaman babacan bir tavır içindeydi.. Hatta kendinden büyük olanlar bile onun yanında hep özledikleri baba şefkatini bulabilirlerdi.. Sonuçta hepsi aile özlemi çeken, ailenin tadına varamamış öksüz ve yetim çocuklardı...
Yatakhaneye vardıklarında- daha çok büyük bir odaydı burası, yedi tane beyaz takımlı yatak nizami bir şekilde sıralanmıştı, bütün yataklar temiz ve topluydu, odanın üç tane büyük penceresi vardı ve bunların ortalarında dörde bölen ahşap şeritler vardı.. odada bir adet uzun masa ve yedi iskemle vardı.. Masada üç tane küçük lamba vardı.. Bir kitaplık vardı duvardan duvara ve tavana kadar kitapla dolu olan..- hepsi yataklarının üzerinde birer siyah ilaç kutusu buldu.. Hiçbirşey yoktu başka.. Ne bir not, ne bir prospektüs... Kutuyu eline ilk alan Cem'di.. Kapağın üzerinde "12/1 enf. 24/6 " yazıyordu... Çocuk anlamadı..
"Abi burada yazanın anlamı ne?" dedi Fuat'a..
"Oniki saatte bir düzenli alacaksınız.. Eğer ihtiyaç olduğunu hissederseniz yirmidört saatte en fazla altı tane alabilirsiniz.. Daha fazlası sizde ne gibi bir etki yapar bilmiyoruz o yüzden bunu denemeyin" bir kadın sesiydi..
Ses arkalarındaki kapıdan gelmişti.. Bir anda yatakhanede buz kesti.. Cem ve bütün çocuklar kapıya dönüp baktılar.. Kim olduğunu biliyorlardı.. Yani şahsen hiçbiri tanımıyordu onu.. Burada bir haftadır vardı bu çocuklar.. Ve bir haftada o kadının önemli biri olduğunu anlamak için yeterli bir süreydi..
Sıkıca toplanmış saçları topuz yapılmıştı, bir takım elbise giyiyordu - gri bir etek ve ceket.. ceketin hatları yuvarlaktı ve bu hatları beyaz bir şerit takip ediyordu.. Ölü beyazı teni, çökük göz yuvaları ve çıkık elmacık kemikleriyle beraber bu kadın gerçekten ürkütücüydü..
"İsmim Suzan.. Sizden sorumlu olan kişiyim.. Sizin bütün gelişimlerinizi bizzat ben takip ediyor olacağım.. Bir sorunla karşılaşırsak ben size yardım edeceğim.. Herşey tamamen benim kontrolümde gerçekleşecek.. Şimdi çocuklar lütfen masanın üzerindeki suyla beraber ilk haplarınızı alın.." Kullandığı lütfen kelimesi o kadar yersizdi ki, zira rica etmekten çok emir veriyordu oradaki çocuklara..
Hiçbir çocuk karşı gelmedi ve hepsi ilacını aldı.. Kadın mutlu bir ifadeyle kafasını salladı ve tek bir hamlde arkasını döndü.. Tam kapıdan çıkarken bir an duraksadı.. Arkasını dönmeden " Cem yarından sonra senin eğitimin, diğerlerinden farklı bir yön izleyecek.. Sabah ilacını aldıktan sonra beni bul!" dedi ve çıktı.. Kadını o günden sonra çok fazla görmediler.. Ama o günden sonra görmedikleri tek kişi o değildi..
Cem'i o günden sonra sadece gece yatma saatinde yatakta gördüler.. Her gece inanılmaz yorgun bir şekilde gelirdi yatakhaneye ve direk yatardı.. Tam olarak bir hayalet gibiydi.. Konuşmuyordu, yürümüyordu sanki süzülüyordu.. Sürekli ifadesiz bir yüzü vardı.. Bir gölge gibiydi ya da.. onun orada olduğunu anlamak çok zordu çocuklar için.. Ama yine de Cem onlara bir şekilde bir güç veriyordu.. Sanki Cem onların yanındayken daha güçlü oluyorlardı...
Tek sorun Cem ne zaman gelse tek eğlenceleri olan radyo bozuluyordu... Ama hiçbir radyo bir arkdaştan önemli değildi...
xxxxxxxxxx
"Oğlum anlatsana ne oldu sana böyle?" Fuat sinirlenmişti..
"Komutanım! izninizle! İşinize karışmak istemem ama planımızı ertelesek ve arkadaşımızı eve götürsek.. Sizce de daha iyi bir hamle olmaz mı??"
Fuat bir an bozuldu.. Ama sonra durumu hemen toparladı..
"Haklısın! Sen hemen bir taksi çevir ve beraber kadıköye geçin ben de arkanızdan motorla geleyim"
Cem şoktaydı.. Mutlu olduğunu hissediyordu ama tepki veremeyecek kadar şaşkındı.. Biraz sonra beraber taksiye bindiler.. Taksici önce evsiz adamı almamak için ısrar ettiyse de Haldun'un ısrarı üzerine kabul etmek zorunda kaldı - zira taksicinin ,tabiri caizse, bir sıkımlık canı vardı Haldun'a göre.. -
Önde bir taksi arkada bir motor gecenin karanlığında ıslak asfaltta yansıyan sokak ışıklarının arasında kendilerine bir yol buldular ve boğazın üzerinden geçtiler.. Kadıköye geldiklerinde saat 02:23'tü.. Yağmur dinmişti artık.. Hafif bir toprak kokusu yayılıyordu havaya..
7 Eylül 2008 Pazar
bölüm 3
Durakta birkaç taksi vardı.. Gün hafifçe ağırmaktaydı. Taksi durağındakiler artık vardiyalarının sonuna yaklaşmışlardı, bütün bir geceyi gerilerinde bırakmışlardı ve çok yorgunlardı.. Gün ışığı ön camdan içeriye giriyordu ve havada uçuşan tozların üzerinde kendine yollar yapıyordu..
"Bir taksi istiyorum, sırada hangisi var?"
"Geç abi 26 numara.." "26 hadi sıra sende"
Adam homurdanarak yerinden, yarı uyku halinden çıkarak, kalktı ve arabasına yöneldi.. Eski bir Şahindi.. Şöför daha arabaya gelmeden Fuat arka koltuğa oturmuş, kravatını çıkartmış ve çantasının sapına bağlamıştı.. Fuat yorgundu.. Adama yolu söylemeden uyumamak için zorluyordu kendisini..
"Kadıköy'e" dedi Fuat ve uykuya daldı..
Gözünü açtığında güneş artık doğmuştu.. Şöyle bir saatine baktı saat yediyi gösteriyordu.. Kadıköy'e gelmişlerdi. Rıhtımda indi.. İnsanlar işlerine, okullarına gidiyorlardı.. Bir temizlik arabası vardiyaya yeni çıkmıştı, yolları süpüryorlardı.. Fuat yavaş yavaş, uyku sersemi bir şekilde yürümeye başladı.. Işıklarda oniki saniye bekledi, karşıya geçip evine gitti...
Eski, yüksek ahşap kapısını açıp içeri girdi.. çantayı bir kenara fırlattı.. Ayakkabılarını çıkarıp salona geçti.. Salonda en sevdiği şey bir cumbası olmasıydı.. Cumbanın duvarlarına bir sedir yaptırmıştı.. Sedire geçip uzandı ve yeniden uykuya daldı.. Biraz rahatlayabileceği tek yerdi burasıydı..
Uyandığında hava kararmıştı.. Pencereden içeriye sokak lambalarının ışıkları süzülüyordu.. karanlık oda hafif bir mavilikle kaplanmıştı.. Saate baktığında 9a geliyordu yavaştan.. Sedirde doğrulup kafasını ellerinin arasına gömdü.. Herşeyle yeniden mücadele edecekti.. Ama tek başına kimseye karşı koyamazdı.. Yardım istemeliydi.. Belki Haldun onun için doğru seçim olacaktı.. Telefonunu aldı ve numarayı tuşladı.. Büyük beklentiler içindeyken telefondan gelen bağlantı tonunu dinliyordu...
xxxxxxxx
Haldun, arkadaşı Fuat gibi, orta yaşlı bir adamdı.. Fuat'tan bir iki yaş daha gençti hatta.. uzunca boylu ve oldukça kiloluydu.. Uzun saçlarını yıllar önce rastalatmıştı.. Eski zamanlarda, ilaç'a başlamadan önce mutlu bir adamdı.. Çok fazla arkadaşı vardı.. Bütün arkadaşlarıyla eğlenirdi.. İnsanlara sorulduğunda en akılda kalıcı özelliği nedir diye herkes ağız birliği yapmış gibi "hawaii gömlekleri, mavi camlı güneş gözlüğü ve her zaman yüzündeki o muhteşem tebessüm" derlerdi.. Ta ki ilaç'a başlayana kadar.. O günden sonra 2 ay içinde çevresinden herkesi uzaklaştırdı.. Daha doğrusu onlar uzaklaştılar.. Kimseye farklı davranmamasına rağmen çevresinde kimse kalmadı.. Sadece 6 iş arkadaşı yanındaydı onun.. ve artık uzun zamandır o arkadaşlarıyla da görüşmüyordu.. Artık tamamen yalnızdı..
xxxxxxxxx
"Alo, Haldun?"
"Buyrun benim.. Kiminle görüşüyorum?"
"Ben Fuat.. Teşkilattan.. Sana ihtiyacım var.."
"...."
"Haldun.. Haldun...??"
"Buradayım.. Emirlerinizi bekliyorum.."
"Beni yüzüstü bırakmayacağını biliyordum. Hemen Kadıköy'deki evime gel. Hepimiz tehlikede olabiliriz.."
"Emredersiniz.. yaklaşık varış sürem 45 dakika.."
Telefon Papaz'ın suratına kapandı. Yeniden komutanın başında olmak onu mutlu etmişti.. Daha çok egosu kabarmıştı.. Şimdi bir plan yapmalıydı.. Bir karar almalıydı.. Önce hatırlamalıydı ama.. Hafızasından sildiği bütün bilgileri hatırlamalıydı.. Bastırdığı anıları, eğitimleri, söylenenleri, güçlerini, zayıflıklarını.. Herşeyi hatırlamalıydı..
xxxxxxxxxxx
Aydınlık bir odadaydılar.. onsekiz ile yirmibeş yaş arasında yedi genç.. tek tek sıralarında oturuyorlardı.. bir masa ve bir iskemle.. yedi genç yeşil tahtanın önündeki adama dikkatle bakıyorlardı.. Adam uzunca bir süre sessiz kaldı.. Ama hiçbir çocuk bu sessizliği bozmadı.. hatta sıkıldıklarını bile belli etmediler..
Bir süre sonra, yaklaşık bir yirmi dakikalık sessizlikten sonra, adam tahtaya ismini yazdı.. "Edip Silahtar"... Bu adam 1,60 boylarında, hafif göbekliydi, saçlarının neredeyse tamamı dökülmüş dökülmeyen kısmı da beyazlamıştı.. Kırçıllı kahverengi, kalın kumaştan bir takım elbise giyiyordu. Sağ koluna taktığı eski altın saat çok göze çarpıyordu ama sol elindeki evlilik yüzüğü o kadar ilgi uyandırmıyordu insanda, zira artık teniyle bir bütün olmak üzereydi o yüzük.. İkinci dünya harbi bitmişti o evlendiğinde.. Ve aynı yılda başladı polisliğe.. Çok geçmeden Teşkilata aldılar..
"Evet çocuklar." Kahvesinden bir yudum aldı.. "Öncelikle şunu unutmayın ki, biz siz nereye gidersiniz gidin, ne yaparsanız yapın sizi izliyor olacağız.. Bizim heryerde gözümüz kulağımız vardır.. Bizden habersiz hiçbirşey yapamazsınız.. O yüzden bizim size verdiğimiz emirlerden başka birşey yapmaya kalkmayın.. Zira sonu sizin için hiç de iç açıcı olmaz.." Edip, yalan söylüyordu... Ama o yaştaki çocukların içine böylesine bir korku salarlarsa onlara hükmetmek daha kolay olacaktı.. Zaten Edip inandırıcı olmak konusunda bir üstaddı.. Ve bütün çocuklar ona inandı.. İçlerinde oluşan dehşet, gözlerine yansımıştı hepsinin.. Birbirlerine bakıştılar.. Hepsi aynı korkuyu birbiriyle paylaştı... "Evet, şimdi derse geçelim.."
Edip, üç saat boyunca tarih dersi verdi.. Yanlı bir tarih anlatıldı elbette.. Tarih dersinden ziyade bir propaganda gibiydi.. Soğuk Savaş hala devam etmekteydi ve ülkelerinin bu durumdan kendini koruması gerektiğini anlattı sonra.. Bu savaş sırasında ne kadar güçlenebileceklerini anlattı..
Herkesin beyni yıkanmıştı.. Kimse çıt çıkartmamıştı.. Edip tam anlamıyla büyülemişti çocukları.. Artık dersi bitirmenin zamanı gelmişti.. "Evet çocuklar artık bugünlük bu kadar.. Şimdi dağılabilirsiniz.. Unutmayın.. Size teninizden daha yakındayız.." Çocuklar dersliği terkettiler ve yatakhaneye doğru yola koyuldular.. Hiçbiri konuşmadı.. Herkes düşünüyordu.. Artık eski güzel günler değil, savaşın, eğitimlerin, tehlikelerin ve izlenmenin olduğu bir dönem başlamıştı onlar için.. Bu yolun geri dönüşü yoktu artık..
xxxxxxxxx
Haldun, iskeleye doğru yola çıkmıştı.. Hızlı hızlı ilerliyordu.. Yüzündeki o meşhur tebessümden eser yoktu.. Kararlı bir avcının bakışları vardı gözünde, yeniden hayata geldiğini hissediyordu.. Papaz ne isterse ona yardım edecekti..
Yolda yürürken çevresinde bir alan vardı ve kimse o alana yaklaşamıyordu.. Eğer kuşbakışı izlersek onu kalabalıkların arasında, daire şeklinde bir boşlukta tüm kalabalığı yırtarak geçtiğini görebilirdik.. İşte onun, şimdiki hayatındaki, laneti.. Ama artık bu onun yeniden bağışlanmış yeteneği olacaktı...
Tam söylediği gibi 45 dakika sonra evdeydi.. Kapının önünde biraz durdu.. Derin bir nefes aldı ve kapıyı çaldı.. Büyük ahşap kapı, yüksek sesli bir gıcırdamayla açıldı.. İçeriden gelen ışık, önce yüzünü ve sonra tüm apartman boşluğunu aydınlattı.. Haldun, Papaz'ı gördüğünde yüzünde bir gülümseme oluştu.. yıllar sonra.. Hemen içeri girdi. Siyah deri montunu çıkartıp astı. Salona geçti.. Ardından Fuat girdi salona..
"Kahve içer misin?"
"Lütfen, sade olsun benimki.."
İki dakika sonra Fuat elinde kupalarla girdi salona.. Haldun o sırada sedire oturmuş, camdan dışarı bakıyordu.. Fuat geline irkildi bir an.. Fuat kahveleri sehpaya bıraktı ve karşısına denk gelecek şekilde oturdu sedire.. Ve hemen, hiç vakit kaybetmeden anlatmaya başladı.. İnsanları nasıl öldürdüğünü, tekrar ilaç'a başladığını, teşkilatın peşine düşme ihtimalini.. Herşeyi anlattı.. Haldun hiç ses çıkartmadan dinledi.. Fuat'a yıllardır güvenirdi.. Ona çok kez yardım etmiştir.. Aralarında iki yaş olmasına rağmen, Fuat onun için bir abidir.. Son yıllarda aklını kaybettiğinden kuşkulanıyordu.. Gerçi anlattıkları da çok akıl karı değildi ama eğer yardım istiyorsa ona yardım edecekti.. Onu yarı yolda bırakamazdı..
"Peki, Papaz.. Benden ne konuda yardım istiyorsun.."
"Onlar bize saldırmadan... Biz onlara saldıracağız.. Onları şaşırtıp, hiç beklemedikleri bir anda tepelerine çökeceğiz.. Bizi tehdit edenleri, bize esir hayatı yaşatanları ortadan kaldıracağız.. İşte o zaman özgür olacağız"
Haldun korkmuştu.. Gerçekten böyle birşeye kalkışmak.. Bütün Teşkilat'ın adamlarını yok etmek.. Bunu başarabilmelerine imkan yoktu.. Daha kapıya gelmeden ölürdü hepsi.. Sahip oldukları güçler onları kurtaramayabilirdi.. Zira artık ekip dağılmıştı ve kimse ilaç'a sahip değildi..
"Haldun, yeniden eski hayatına kavuşmak istemez misin? O mutlu günlerine, insanların senden tiksinmediği, binlerce arkadaşının olduğu o günlere dönmek istemez misin?"
Bu cümleydi Haldun'u düşüncelere iten.. O günleri anımsadı.. Yıllardır unuttuğu o mutlu günleri anımsadı tekrardan.. Önce bir tebessüm belirdi, ardından hiddetli gözleri..
"Komutanım, Sizinle omuz omuza çarpışmak benim için bir şereftir.."
Fuat, mutlu bir yüzle kafasını salladı.. "Derhal diğer elemanlarımızı da bulmamız lazım.. ondan sonra da ilk hedefimiz bize yüklü miktarda ilaç, araç gereç ve mühimmat sağlayacak bir yer.."
"Arnavutköy Depo" diye heyecanla cevap verdi Haldun..
"Evet, aferin" takdir etti Fuat bir öğrencisini takdir eden öğretmen gibi..
"Şimdi al şunları ve yola çıkalım.." dedi Fuat ve cebinden siyah kutuyu çıkarttı.. Haldun avucunu açmıştı.. İki adet sarı hap düştü avucuna.. ve bir seferde yuttu..
"Hazırım komutanım!"
5 Eylül 2008 Cuma
bölüm 2
"Bu saatte mi? Ama.. ama.. gel tabi de biliyorsun durumu.."
"Mine lütfen geri çevirme, gerçekten senden başka kimseye gidemem şu anda.. Murat'a söylemene gerek yok.. Sabah erkenden gitmiş olurum.."
"Saat zaten 5 canım, neyse peki bekliyorum.."
"iki dakika sonra oradayım"
....
Papaz telefonunu kapatıp elinde bir defa döndürdü ve cebine koydu.. Cebinden sigarasını çıkarttı ve hem biraz sakinleşmek hem de yakmak için bir iki saniye durdu.. Polis arabasının sesleri gelmeye başlamıştı, hatta uzaktan kırmızı-mavi ışıkları bile görülebiliyordu.. "umarım peşime düşenler sadece polisler olur.." -aslında polisler onun peşinde değildi.. evet cinayet mahaline gidiyorlardı ama oradan buldukları kanıtların hiçbiri Fuat'ı işaret etmeyecekti.. - Papaz yoluna devam etti.. iki market bir cami geçti, dört yoldan karşıya geçti sola döndü, kapalı bir anahtarcının karşısındaki küçük bahçeli büyük binaya geldi... bahçe kapısını yavaşça araladı ama yine de gıcırdamasını engelleyemedi kapının.. içeri girip kapıyı açık bıraktı.. hafifçe kafasını kaldırıp birinci katın penceresine baktı, bütün binada sadece orada ışık yanıyordu, Mine'nin evinde...
Mine ile Fuat eskiden tanışırlardı, çok eskiden.. Dostlukları 4 sene evvele, tanışıklıkları ise daha gerilere dayanırdı.. Çok eskiden, herkesin unuttuğu zamanlarda sevgiliydiler...Mine bir müzisyen.. İstanbul Üniversitesi Konservatuarında birinci sınıflara solfej dersi veriyordu.. Şimdi Mine, Murat'la beraber.. Fuat'ın başı sıkıştığı zaman, Mine gözünü kırpmadan yardım ederdi ona.. Ve işte yine öyle bir zaman gelmişti..
Binanın kapısı açıldı.. Zile bile basmamıştı üstelik.. Hantal yeşil kapıyı iterek mermer hole geldi.. tam karşısında asansör kapısı vardı ve sağından merdivenler yükseliyordu.. Merdivenleri tercih etti.. Bir üst kata çıktığında Mine kapıda duruyordu.. Küçük bir kadındı. 28 yaşında kısa boylu, ince, kabarık kıvırcık saçlı bir kadındı.. Üzerinde pamuklu beyaz bir pijama vardı ve dağılmış saçları, uyanamamış ve şaşkın gözleriyle merdivenlerden çıkan adama bakıyordu.. Hiç konuşmadan selamlaşmadan bile içeri girdi adam, kapıyı kapattı Mine ve artık güvendeydiler.. Fuat'ın yanında daha da küçük, daha da savunmasız duruyordu Mine.. Birbirlerine sarıldılar sıkıca.. "teşekkür ederim, evine aldığın için beni..." sessizliği tercih etmişti Mine..
Fuat, Mine'yi bırakıp salona geçti.. küçük bir salondu iki koltuk bir kanepe, bir müzik seti duvarlarda ise bolca tablo vardı.. Fuat koltuklardan birine, Mine ötekine oturdu..
"Anlatmayacak mısın?!"
"İki arkadaşım gözümün önünde öldürüldü, ben de onları öldürenleri öldürdüm.. Ve bir de... 'İlaç'ı aldım yeniden.."
Mine bir anda haykıracak gibi oldu ama eliyle kapattı ağzını hızlıca.. gözleri dolmuştu..
"Neden aldın 'ilaç'ı tekrar.. hani bırakmıştın artık.."
"Öyle olması gerekti, öyle oldu.. Bunu sorgulamamızın bir faydası yok artık.. Şimdi senden istediğim şeyi tahmin etmişsindir.."
"Bebeğim ben o kutuyu yok ettim.. Zaten bunun için vermemiş miydin bana.." sesi titremişti bunu söylerken.. Tereddüt etmişti üstelik bir süre..
"Bana yalan söyleme!" diye haykırdı Papaz.. Gereksiz bir şekilde sinirlenmişti.. İlaç'ın yan etkisiydi ama yine de sinirliydi..
"Tamam, tamam bebeğim, özür dilerim sakladım, onu sakladım senin için.. ama bak hala geç değil devam etmeyebilirsin bırakabilirsin.. Bunu kendine yapmak zorunda değilsin.. hadi bebeğim lütfen vazgeç" artık ağlıyordu küçük kadın.. Muratla beraber olmasına rağmen, tek önemsediği adam Fuattı..
"Bak! sana sakince anlatmaya çalışayım.." dirseklerini dizlerinin üstüne koymuştu ve ellerini çenesinde bağlamıştı.. Bir süre toparlamaya çalıştı söyleyeceklerini..
"Ben orada o gücü kullandığım zaman, muhtemelen beni farketmişlerdir.. Muhtemelen beni armaya geleceklerdir.. Ve onlar geldiğinde benim kendimi koruyabilmem için gücümün devam ediyor olması lazım.. bunun içinde o s.ktimin ilaçlarını almam gerekli.. Umarım kendimi anlatabilmişimdir.."
"Ama bi'tanem..." dediği anda Papaz lafı ağzına tıktı Mine'nin.. Bir kültablası havalandı masanın üstünden ve sinirli bir el hareketiyle Papaz'ın, duvarda patladı.. Binlerce parçaya ayrılmıştı..
"Tamam bi'tanem, hemen veriyorum burada bekle beni.."
Mine salondan, çalışma odasına geçti.. Eski bir sandığı açtı içinde yazlık kıyafetleri vardı.. Her sene son baharda dolabını sandığıyla değiştiridi.. ve bunu her yaptığında o sarı ilaçları tutan siyah kutuyu görüyordu.. bugün gelmesin diye dua ediyordu ama.. ama.. yine başlamıştı herşey.. 'ilac' kutusunu aldı.. yavaşça salona gitti.. hiç konuşmadan kutuyu Fuat'a verdi..
Papaz, kutuyu aldı, ceket cebine koydu.. ayağa kalktı. üstünü düzeltti saçlarını düzeltti.. Islak gözlü kıza baktı.. hafif ve sevimli bir sırıtmayla " yakışıklı mıyım?" diye sordu.. Mine sadece başını salladı.. Sarıldılar tekrar.. Adam, kadının saçlarını son bir defa kokladı, başını öptü.. çantasını alan adam hızlıca evi terk etti.. Mine salonda kalakalmıştı.. Fuat binanın dışında kapının önündeydi.. Gökyüzüne baktı.. Yeniden eskiye dönüyordu..
onun adı artık sadece ve sadece "Papaz"dı.. Acımasız.. Yenilmez.. Korkusuz.. Dengesiz..
4 Eylül 2008 Perşembe
bölüm 1
Masada oturan Hayri, sigarasından bir nefes aldı-dumanı gözüne kaçtı ve içinden küfredereken bir yandan da gözünü ovuşturdu- ve sigarayı söndürdü. Ortadaki parayı ya görecekti ya da çekilecekti. Hayri aslında küçük bir market sahibi. İki tane çocuğu, sürekli ağlayan karısı ve nemrut annesiyle aynı evde kalıyordu. Kendisini rahat hissettiği tek yer şu izbe evde geçirdiği zamandı. Hayri'nin oyuna yatıracak hiçbir zaman çok parası olmamıştı. Hep birilerine borçlanırdı. Ama borçlarını -karısının bileziklerini satarak- zamanında ödediği için herkes ona göz yumardı. Bugün de yine bir tefeciden borç almıştı. Hiç kullanmayacağını düşündüğü bir rezerv para olarak kenara ayırmıştı o borcu. Ama şeytan onun yanında değildi bu gece ve sürekli kaybetti.. Şimdi o rezerv parayı kullanmak ve kullanmamak arasında kalmıştı. Kullanırsa ve kazanırsa sorun yoktu. Parayı, faiziyle beraber, ödeyebilecekti.. Ama eğer kaybederse borcunu geri ödeyemeyebilirdi. Zira karısının altın bilezikleri bitmiş diğer birikimler de suyunu çekmişti.. Ama o anda önemli değildi bunlar kazanabilirdi.. Oyuna girdi. "200 benden.." ortaya iki tane yeşil çip fırlattı.. ve sonra kahverengi gömleğinden bir düğme daha açıp nefes almaya çalıştı..
Buğra'nın dikkati dağılmıştı.. bir el önce yüklü miktarda para kaybetmişti.. Gerçi bir borsacı için para kaybetmek alışılmadık birşey değildi ama tabi kaybettiğin para kendi paran olunca işler biraz değişiyordu.. yine de "görüyorum" dedi.. bir yudum aldı viskisinden -tadını hiç sevmezdi, sırf gösteriş olsun diye içiyordu- ..
Masanın daimi oyuncusu aynı zamanda ev sahibi ve tek kadın oyuncusu Münevver hanım, ya da herkesin bildiği lakabıyla "Sultan".. 70 yaşlarındaydı.. bakımlı ve süslü bir kadındı.. özenle yaptığı kumlu sarı saçları, parlak ve büyük broşları, hiçbir zaman eksik olmayan pırlanta yüzükleriyle dikkat çeken birisiydi.. ağzından düşmeyen sigarası ve aslında göründüğü kadar hanımefendi olmadığının kanıtıydı.. kimse geçmişini çok bilmese de yine de bazı söylentilere göre zamanında kocasını bıçaklayarak hapse düşmüş, orada da bir iki cinayete daha da bulaşmış.. ama tabi kimse bunun doğruluğunu kanıtlayacak birşey bulamadı.. belki sadece bir söylenti, belki gerçekten kanlı bir sultan o... "görüyorum evlatlarım, ama sultanınız sizi soyunca alınmak gücenmek yok.." iki yeşil çip daha geldi masaya..
Ve masanın en yeni oyuncusu.. eskiden bir aile babasıymış. kumar tutkusu yüzünden ailesi onu terketmiş.. o da zaman zaman kazanıp zaman kaybeden ama oldukça fazla kazanan bir adam.. her oyuna takım elbisesiyle gelir. bunun bir saygı gösterisi olduğunu söyler her seferinde.. ama parmaklarındaki dövmeler tam bir tezat oluşturmakta.. İsmi Fuat.. eski masa arkadaşları ona Papaz derlermiş.. aynı lakabı burada da geçerliliğini korumakta.. "Sultanım, boynuz kulağı geçermiş.. birazdan kaybedince asıl siz üzülmeyin.." dedi ve soğuk bir şekilde sırıttı.. Sultan da aynı soğuklukta karşıladı bu gülüşü ve kafasıyla çipleri atmasını işaret etti.. masaya iki yeşil çip daha geldi...
Sıra kartları açmaya geldi.. Hayri büyük miktarda para kaybetmişti ama son elde konulan 800 lirayla beraber ortada şu anda 3500 lira para vardı ve şimdi o para Hayri'nin olmalıydı.. Elinde kare dokuz vardı.. bunu geçmesi çok zordu birisinin ama herşey, her an olabilirdi.. Hayri kartları açar açmaz bir oh çekti ama o sırada Buğra kartlarını masaya sertçe attı ve geriye yaslandı.. elindeki ful as pek bir işe yaramıştı.. ama sükunetini korumayı bilirdi.. Sultan ona ters bir bakış attı, sıra kendisindeydi.. eli güzeldi, yine "evlatlarının" parasını alacaktı.. ful as.. Hayri yıkılmıştı.. rezervden 200 kullanmıştı ama bunun geri ödemesi bir hafta içinde 1000 lira olacaktı ve o kadar parayı nasıl bulacağına dair bir fikri yoktu.. Sultan, Papaz'a baktı.. "hadi bakalım paşam, geç bakalım.." dedi.. Sultan kendinden emin bir şekilde ortadaki çiplere yöneldi yavaşça toplarken papaz kartlarını açtı.. "Sultanım sanırım benim için çipleri sıraya koymak istiyorsun, her zaman çok düşünceliydin, çok tatlısın.." dediği anda sultan donup kaldı.. masanın geri kalanı da hayretler içindeydi.. Bu masada uzun zaman sonra tekrar Floş Royal açılmıştı.. Şeytan, Papaz'dan yanaydı bugün; çok ironik... "Neyse arkadaşlar benden bu kadar, artık yatmalıyım.. beni her zaman şöyle hatırlayın" elleriyle havada bir görünmez alan belirledi ve "zirvedeyken bıraktı" dedi... yavaşça kalktı ceketini düzeltti, hafif kırlaşmış ve yandan ayırdığı saçlarını avuç içiyle toparladı, paralarını çantaya doldurdu ve kapıya yöneldi.. "İyi geceler beyler, Sultanım" selam vermek için arkasını bile dönmemişti 1.80lik orta yaşlı adam..
Kapının koluna elini uzattığı anda kapı büyük bir gürültüyle sarsıldı.. Herkes bir anda kapıya döndü.. kapı ikinci defa sarsıldı.. Papaz büyük bir serinkanlılıka kenara çekildi ve çantasını yere bıraktı, irkilmemişti bile.. Hayri panik olmuştu Buğra ile birbirlerine baktılar sonra bir aralık Hayri, Sultana baktı.. sultan o sırada baba yadigari altı patlarını çıkartmıştı bile çoktan ve kapıya doğrultmuştu.. Hayri ve Buğra ordan çıkmanın ikinci bir yolu var mı onu aramaya başladılar.. Kapı üçüncü defa titrediğinde içeriye doğru yıkıldı, ahşap kapı yere çarptığı zaman çıkan ses ürkütücüydü.. ortalık toz duman olmuştu.. Bir anda kapıyı kıranlar içeri ateş etmeye başladılar.. sağa sola rastgele ateş ediyorlardı.. bir anda ortamın tansiyonu yükselmişti.. kimsenin beklemediği birşeydi.. En azından sultan hariç kimse beklemiyordu böyle birşeyi.. Dışarıdakilerin tetiğe basmasıyla Sultan da koyverdi ateşi.. Silahı kontrol etmek onun için zordu.. geri tepmesi çok fazlaydı her atışından sonra tekrar nişan alıyordu.. bu sırada Hayri bir yangın merdiveni buldu ordan çıktı.. aşağı doğru koşarak inerken Buğra onu takip etmeye çalıştı ama pencereden çıkmaya çalıştığı sırada seken bir kurşun onu bacağından vurdu ve yere yığıldı.. Tozlar biraz indiğinde kapının dışında üç adamın olduğu görüldü.. İri yarı, gri takım elbiseli, boyunlarında muska olan üç bıyıklı ve pis adam.. uzaktan bakınca birbirlerinden çok fazla ayırmak mümkün değildi.. sadece ufak farklar.. "Gebertin lan hepsini!" dedi ortada olan adam.. bütün bunlar olurken ne dışarıdakiler içeri geliyordu ne de Papaz hareket ediyordu.. Bir kadın çığlığı duyuldu Sultan göğsünden vurulmuştu, altı patlarını doldurmaya çalışırken dikkati dağılmıştı ve savunmasızdı.. yere yığılan bedeninden akan kanlar ahşap zeminde yayılıyordu.. o çığlıkla beraber adamlar ateşi kesmişlerdi.. Hayri kaçmıştı, Buğra kanamalı bir şekilde belden yukarısı camın dışında aşağısı ise salondaydı.. Kadın tam ortada yerdeydi.. Papaz kapının solunda, sote bir yerde izlemekteydi.. iki el silah atıldı.. birisi Buğra'nın çığlığıyla bütünleşti.. diğeri ise Sultanın cansız bedenine sadece hırstan sıkılmış bir kurşundu.. Üç adam artık içerideydiler.. Ortadaki adam, dikkatli bakınca göbekli olan tek oydu, yavaşca Münevver hanımın cesedinin yanına geldi, " Sana burda kumar oynatmican yoksa seni gebertiriz demedik lan kaltak karı, al işte bok yoluna gittin.. Bizim bölgemizde, izin vermeyiz böyle şeylere .rospu karı.." dedi.. yaptığından gurur duyar bir hali vardı.. Gülmeye başladı... Tam o sırada, karanlıkların ve gölgelerin arasından çıktı Papaz.. "Beyler neşenizi bölmek istemem ama şimdi sizin cezanızı kesmek bana kaldı.. Zira polislerin size birşey yapmayacağı çok açık" Bir anda odada buz kesti.. Bütün gözler Papaza döndü.. Hepsi birden ateş etmeye çalıştı ama az önce şarjörleri bitmişti.. Ve yine hepsi aynı anda yerli yapım Atmaca 53'lerin şarjörlerini değiştirmeye çalıştılar.. "Beyler.. Güle Güle.." dedi papaz.. İki kolunu hafifçe yanlara doğru açmıştı.. bacakları yere dengeli basabilmek adına hafifçe açıktı.. O kadar ürkütücü ve zarif ve aynı zamanda savunmasız duruyordu ki, adamlar tam olarak ne yaptığını anlayamadılar.. kısa bir duraklama yaşayan adamlar sonunda şarjörlerini doldurmuşlardı ama bir anda yere yıkılmış, parçalanmış kapı havalandı.. iki parça halinde yerde duran kapı yerden yaklaşık bir metre havadaydı.. adamlar havada uçan kapıya ateş etmeye başladılar.. Papaz, kollarını soldan sağa doğru hafifçe hareket ettirdi ve kapı inanılmaz bir hızda adamların üstüne doğru hareket etti.. saliselerle ölçülebilecek bir zaman diliminde kapı parçaları adamlara çarptı, bir tanesinin karnına saplandı bir diğeri ise üstüne sürüklenen kapı ve insan karışımlarının arasında cama doğru sürüklendi.. ve üçü birden kapı parçalarıyla camdan dışarı çıktılar ve sokağın ortasına düştüler.. sokağın ortasında parçalanmış, kafatasları kırılmış ve kanlar içinde yatan üç ceset vardı.. bir insanın hayatında görebileceği en korkutucu ceset yığınıydı heralde..
Papaz çantasını aldı üstünü topladı, ortamda kan bulaşmamış olan -kazanmadığı- paraları da topladı ve eşikten dışarı çıktı.. sağına soluna baktı.. komşulardan birisi bile kapıyı açmamıştı.. muhtemelen korkmuşlardı ama polisi arayacaklarından emindi o yüzden çabuk hareket etti ve binadan çıkıp ara sokaklarda kayboldu.. "Bir daha bunu yapmak istemiyordum.. Kendimi gizlemek için bu kadar uğraştıktan sonra.. Keşke bir silah alsaydım.. En azından güçlerimi kullanmazdım.. Zorla bana verilmiş olan güçlerimi"... Ceketinin iç cebinden bir ilaç kutusu çıkardı, tek eliyle kapağını açıp içinde kalan son hapı da yuttu.. "İşte yine başlıyoruz!!!"