24 Nisan 2009 Cuma

Bölüm 9

Önde üç asker diz çökmüş ve nişan almıştı.. Arkalarında ayakta nişan alan üç asker bir tane de silahsız asker vardı.. Diğerlerinden kıdemli duruyordu.. Uyarıyı yapan da oydu...
"DİZLERİNİZİN ÜZERİNE ÇÖKÜN YOKSA ATEŞ AÇARIZ" diye uyardı tekrar..

"Bakın beyler, amacımız kötü birşey yapmak değil.. Sadece arkadaşımızı alıp gideceğiz.. O yüzden bırakın gidelim.. Ne sizin canınız yansın, ne de bizim canımız sıkılsın.." diye seslendi savaş alanının öte tarafına Cem..

"Demek direniyorsunuz.." diye kendi kendine söylendi başçavuş.. "ATEŞ!" diye emir verdi askerlerine.. Altı asker önlerinde duran dört adama ateş etmeye başladı.. Hiçbirisi tereddüt etmiyordu.. Düşünmüyordu.. Sadece bulundukları yeri koruyorlar ve tetiğe basıyorlardı.. Hepsi emirlere uymakta çok başarılıydı..

Fakat ateş etmeye başladıktan sonra hayatlarında bir daha göremeyecekleri ve daha önce görmedikleri birşeyle karşılaştılar.. Kurşunların o dört adamı çoktan yere yıkması gerektiği zamanda hepsi hala ayaktaydı ve sakince askerlere bakıyorlardı.. En azından üçü bakıyordu.. Ve bu adamların çevresinde mavi bir yarım küre vardı... Yarı saydam, belirip yok olan, mavi bir yarım küre.. Ve bütün kurşunlar bu yarım kürenin çeperine çarptığı zaman ya yere düşüyordu, ya sekip duvarlara saplanıyordu.. Ama bu kalkanın içindeki tek bir adam bile zarar görmüyordu...

Bunu farkeden başçavuş "ATEŞİ KES!" diye emir verdi ve bütün silahlar sustu.. Parçalanan mermerlerden çıkan tozlar havayı kaplamıştı.. Havaya garip rahatsız edici bir koku yayılmıştı; ter, barut, mermer tozu, belki biraz da öfke ve başarısızlık vardı bu kokunun içinde..

Fuat arkadaşlarına döndü.. Haldun ve Cem, Levi'nin kollarından tutuyorlardı hala.. Haldun'un yüzünde yıllardır beklenen tebessüm vardı.. Tekrar kendisini işe yarar hissediyordu.. Fuat askerlere geri döndü tekrar..
"Beyler.. Arkadaşım sizi uyardı.. Bizim gitmemize izin vermeliydiniz.. Bize zarar veremediğiniz ve veremeyeceğiniz gibi bizim size zarar vermemiz için bize sebep sunuyorsunuz.. Şimdi! Lütfen yolumuzdan çekilin de gidelim.."

"Gerçekten böyle birşey yapacağımızı düşünüyor musunuz? Merak ediyorum.." diye cevap verdi başçavuş.. Savaş alanının iki ucunda, iki birlik.. Başçavuş karşı birliğin zayıflıklarını merak ediyordu.. Onları yenebileceği bir açıkları olmalıydı.. Onların öylece gitmesine izin veremezdi.. Kesin emir almıştı... Almamış mıydı yoksa?.. Bir anda neden orada olduğunu düşünmeye başladı.. Birilerine ateş edilmişti.. Karşısında birileri vardı sanki.. Ama kimdi onlar.? Neden burada duruyorlardı.. Diğer askerler neden boşluğa nişan alıyordu.. Birşeyler olmuştu ama olanlar neydi? Ya da hiçbir şey olmamış mıydı?
"Toparlanın dönüyoruz!" dedi başçavuş.. Bütün askerler uykudan yeni uyanmış gibi, çevrelerini inceleyerek ve anlamsız gözlerle çevrelerine bakarak toparlandılar ve iki kat yukarıdaki odalarına döndüler..

Arabanın içinde artık dört kişiydiler.. Cem sürücü koltuğunda, yanında Fuat arkada Haldun ve Levi..
"Çok başarılıydınız çocuklar.. Cem özellikle son numaran muhteşemdi.." dedi Fuat..
"Özlemişim.." dedi Cem çok kısık bir sesle.. Duygulanmıştı.. Sanki bir çatışmadan çok yıllardır görmediği bir akrabasından bahseder bir hali vardı..
"Levi kendini nasıl hissediyorsun.. İyi misin?" dedi Fuat arkaya dönüp..
"Muhteşem hissediyorum dostum.. Beni almaya geldiğiniz için teşekkür ederim çocuklar.. Kendinizi büyük bir tehlikeye attınız.. Askeri hastaneden adam kaçırmak?! Gerçekten deli olmanız gerekiyor.. "

"Peki ya Sarp? Onu bıraktık içeride..." dedi Haldun..
"Herşey sırayla.. Herşey sırayla kardeşim.." dedi Fuat..
Motor çalışmaya başlamıştı son cümlelerde.. Cem yolu kontrol ettikten sonra eve dönmek için yola çıktı...

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Başçavuş ve ekibi Fuat'ın ekibinin yolunu tıkıyordu. Başka bir çıkış daha olmalıydı. Kör dalış yaptıkları için bir B planları yoktu.. Hatta hastanenin planları bile yoktu ellerinde.. Haldun bir yandan Levi'yi tutarken bir yandan da takımı çıkartmak için bir yol arıyordu.. Bu sırada Fuat karşı tarafı oyalıyordu.. Başçavuş ise; onun durumu biraz kritikti.. Elinde hiçbir şey yoktu Fuat'ın ekibine karşı.. Soğuk terler döküyordu.. Ama bir yandan da çok sakin durmaya çalışıyordu sanki kontrol ondaymış gibi davranmaya çalışıp kendi ekibini de sakin tutmaya çalışıyordu..

"Başarısız kumarbaz" diye düşündü Fuat.. Bu turu Papaz'ın eli kazanacaktı..



"Fuat!" dedi ve arkalarındaki merdiveni gösterdi Haldun.. Arkalarında yukarı çıkan başka bir merdiven daha vardı.. Bu demek oluyor ki buradan çıkışlarını o merdivenler sağlayacaktı..
"Cem, sıra sende.. Göster marifetini.." dedi Fuat.. Cem bir saniye gözlerini kapattı..
"Hadi gidelim" dedi.. Yavaşça arkalarını döndüler ve sakince merdivenlere doğru ilerlediler.. Askerler arkalarında kalmıştı dört adamın.. Şaşkın şaşkın çevrelerine bakıyordu hepsi.. Hafızasıyla oynanan birçok insan hemen kendine gelemezdi.. Ama çok vakitleri yoktu.. Yürüyüşlerindeki yavaşlık merdivenlere geldiğinde artık kalmamıştı.. Hızlıca çıkıp bir yol bulmayıldılar kendilerine.. Bir kat yukarı çıktılar.. Danışma masası karşılarındaydı çıktıkları yerde.. Danışmadaki kadın onları gördü.. Kim olduklarını merak etti bir an.. Sonra Levi'yi farketti..
"Askerler!" diye bağırdı kadın.. Yakında onu duyacak kimse yoktu.. Alt kattaki askerler ya sesi duymamıştı ya da akılları hala karışıktı.. Cem bir kez daha hünerini gösterdi.. Kadın sersemlemişti.. Onun da yanından geçip kapıdan çıktılar.. Ve arabaya yürüdüler.. Herşey çok temiz olmuştu.. Kimse birşey hatırlamıyordu ve kimse ölmemişti.. İçeri girdikleri andan itibaren bütünses kayıt cihazları ve kameralar da bozulduğu için, Cem sağolsun, korkacak birşey yoktu. Kısa bir sürede izlerini kaybettirirlerdi..
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Kadıköy'e gelmişlerdi.. Eve döndüler.. Her geçen gün eve yeni birisi ekleniyordu.. Haldunla Cem Levi'yi salona taşıyıp sedire yatırdılar.. Fuat kendi odasına gidip Levi için bir iki parça kıyafet aldı.. Sonsuza kadar hastane kıyafetiyle gezemezdi.. Elinde kıyafetlerle salona geldi.. Levi bir iki dakika yatmıştı ama sonra sıkılıp oturmuştu.. Fuat salona geldiği zaman gözlerindeki bandajla oynuyordu..
"Hayırdır bandajı mı çıkartacaksın?" diye seslendi Fuat kapıdan içeri girerken..
"Canımı sıkmaya başladı bir anda.. Sanki artık ihtiyacım yok gibi bu bandajlara.. İlaç sayesinde olabilir.."
"Sahi, ne oldu sana Levi? Başına ne geldi? Ya da neler geldi?" diye sordu Haldun..
"Hepsini anlatacağım.. Ama önce... Fuat bana giyecek birşeyler verir misin?"
"Getirdim bile.. Haydi seni odaya götüreyim de üstünü değiştirelim.."
Fuat'ın kolun girdi Levi ve Fuat'ın odasına gittiler..



Birkaç dakika sonra Fuat ve Levi salona döndüler.. Levi'nin üzerinde beyaz bir gömlek altında kot pantolon vardı.. Kefiyesini de boynuna almıştı, daha doğrusu Fuat boynuna asmıştı..



"Bandajları çıkartıyorum ben.." dedi Levi salona geldiği gibi sıkılgan bir çocuk edasıyla..



"Daha erken değil mi? Biraz daha kalsın istersen.. Ne bileyim mikrop falan kapmasın.." dedi Cem..



"Kapmaz kapmaz.. İyileştiğni hissedebiliyorum.. Biraz yardım alabilir miyim Fuat? Makas var mı hiç?"



"Tamam bekle biraz kardeşim.."



Biraz aradıktan sonra Fuat elinde makasla geldi.. Levi'nin bandajlarını kesmeye başladı.. İki yerinden bağlantısını kestikten sonra bandajı rulo yaparak topladı gözlerinden.. Bütün sargıları çıkarttığı zaman salon buz kesmişti.. Hiçbirisi gördüklerine inanamamıştı..







xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx







Evi aydınlatan tek şey şömineydi.. Sıcak bir kırmızılık yayılmaktaydı bütün odaya.. Karşısındaki koltukta oturuyordu Levi... Ateş içine çekiyordu Levi'yi.. Büyülenmişti.. Sakince izliyordu alevlerin hareketini.. Ve yanan odunların çıtırtısını dinliyordu ölüm sessizliği olan odada.. Ailesinin katledildiği günün yıldönümüydü bugün.. Ailesinin miras bıraktığı evde, ailesinden miras aldığı hüzünle oturuyordu o koltukta ve alevleri izliyordu..



Teşkilat lav edildikten sonra herkes bir yana dağılmıştı.. Teşkilat daha lav edilmeden herkese kendi işlerinin kurulması için fırsat verilmişti.. Kimse o zamanlarda başlarına gelecekleri bilmiyordu.. Kimse lav edileceğini tahmin etmemişti.. Kimse yılkıya bırakılacağını tahmin etmemişti.. İlaçsız, desteksiz.. Ama olan olmuştu.. Şimdi herkes tek başına kalmıştı.. Levi de tek başınaydı.. Bugün de yalnızdı.. Ve bu günü yalnız yaşacaktı hayatının sonuna kadar..





Bütün sessizlik ve hüzün telefonun çalmasıyla beraber yok olmuştu evde.. Levi yavaşça doğruldu koltuğunda.. Arayanın çok istekli olmayacağını, aramaktan vazgeçeceğini düşünüyordu.. Bunu düşünmekten çok istiyordu.. Kimseyle konuşacak hali yoktu.. Telefon susmuştu.. Ama bu sessizlik çok uzun sürmedi.. Tekrar çalmaya başladı.. İsteksizce koltuğundan kalktı.. Ayaklarını sürüyerek telefonun yanına geldi.. Bir süre daha bekledi belki susar diye.. Susmadı.. Ahizeyi kaldırdı..


"Efendim?"


"Levi.. Levi Kurt..?" telefondaki bir erkek sesiydi..


"Yanlış numara!" dedi sıkılgan bir şekilde.. Ahizeyi kapatmaya yeltendiği sırada telefonun diğer ucundan gelen cümle kanını dondurmuştu..


"Mossad peşinde.. Seni almaya geliyorlar.."


"Sen kimsin?!" dedi Levi.. Tedirgin olmuştu.. Bunca yıldan sonra tekrar Mossad'a dönemezdi.. Onlarla çalışmak istemiyordu.. MİT'e geçmek onun için büyük bir fırsattı.. Burada yaşadıkları da.. İzini kaybettirdiğini düşünüyordu ayrıca.. Nasıl bulmuşlardı onu..?


"Kim olduğum çok önemli mi sence? Sana verdiğim bilginin kim olduğumdan daha önemli olması gerekmez mi? Neyse.. İsrail'e geri dönmek istemiyorsan, elini çabuk tutsan iyi olur.."


"Kimsin sen? Neden sana güveneyim.. Sözüne neden inanayım?"


"Keyfin bilir.. Birkaç gün içerisinde kapın kırılıp içeri Mossad ajanları girdiğinde ve seni apar topar İsrail'e götürdükleri zaman inanırsın bana.. Tabi hala inanmak istemiyorsan, dediğim gibi, keyfin bilir.."


"Peki bunu neden bana söylüyorsun? Bu bilgiyi nerden aldın?"


"Gelecekte işimize yarayabilirsin dostum.. Biz sana yardım etmezsek önce gelecekte senden nasıl yardım isteyebiliriz?.. Bu bilgiyi nasıl aldığım beni ilgilendirir.. Ama şu kadarı yeter sanırım.. Eğer kimse senin orada olduğunu bilmezse, kulakların keskinse eğer... Herşeyi öğrenebilirsin..."

Telefon suratına kapanmıştı..




Adam afallamıştı.. Kim olduğunu bilmediği birisi arayıp ona böyle bir bilgi vermişti.. İnanmalı mıydı yoksa inanmamalı mıydı? Mossad'dan birisi olabilirdi.. Onun kesin yerini tespit etmek için böyle birşey yapmış olabilirlerdi.. Ama zaten telefon numarasını biliyorlarsa, evi de biliyorlardır.. Bunun için böyle bir numara yapıncaya kadar çoktan yakalayabilirlerdi Levi'yi.. Aklı çok karşımıştı.. Bütün konuşmayı düşünürken evde bilinçsizce yürüyordu.. Düşünme aralarında nerede olduğunu farkedip tekrar düşüncelere dalıyordu.. Ailesinin ölüm yıldönümü olması yetmezmiş gibi şimdi de Mossad peşindeydi.. Hem birşey yapacak güç bulamıyordu kendinde, hem de kaçması gerekiyordu.. İsrail'e geri dönemezdi.. Sabah yola çıkmalıydı.. Düşünürken bir anda dikkati dağıldı.. Kendini banyoda aynanın karşısında bulmuştu.. Kendi yansıması dikkatini dağıtmıştı..


Yansımasına yabancı birisine bakar gibi bakıyordu.. Tanımaya çalışıyordu sanki karşısındakini.. Bütün detaylarını inceliyordu.. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı Levi'nin.. Ama aynadaki yansımasının üzerinde siyah takım elbise yoktu.. Yansıması daha gençti.. Mossad'da olduğu zamandaki kadar gençti ve üzerinde o gri kamuflaj vardı.. Ama arkada gördüğü yer aynı yerdi.. Aynı banyoda farklı bir kıyafette ve farklı bir yaşta.. Anlam veremiyordu bu gördüklerine.. Yansımasının gözlerine bakıyordu.. Kendi gözlerine bakıyordu.. Bir iki saniye sonra ne olduğunu anlamıştı ama artık çok geçti.. Kendi anılarına ulaşmaya başlamıştı.. Ama bunu istemli yapmıyordu.. Anılara ulaştıkça yansımada arka alan değişiyordu... Çok kısa sürede binlerce anı geçiyordu gözünün önünden.. Değişen arka alan bulanıktı o yüzden.. Gördüğü birçok şeyi algılayamıyordu.. Arada uzun anılar ya da daha detaylı anılar olduğu zaman daha net görebiliyordu arka alanı, önemsizler olunca daha bulanık geçiyordu... En sonunda bir yerde durdu.. İsrail'de ailesinin evindeydi.. Tamamen oradaydı.. Bir yansıma ya da başka birşey değildi.. Herşey çok gerçek duruyordu.. Üzerinde hala gri kamuflajı vardı.. Salondaydı.. Bütün odaların kapıları buraya bakıyordu.. Ailesinin odasında yürüyen birisini duydu.. Hemen odaya girdi.. Odada yürüyen bir suikastçıydı.. Yatakta uyuyan annesini ve babasını katletmişti.. Boynundaki kefiyeyi ayaklarının ucuna bırakıyordu.. Tam o sırada bir an durakladı suikastçı.. Odada iki adam birbirinin farkındaydı artık.. Suikastçi ani bir şekilde Levi'ye döndü... Suikastçi, babasıydı Levi'nin..



"Baba?!"

"Efendim oğlum?" dedi adam hiçbir şey olmamış gibi..

"Sen ölmüştün.. Öldürülmüştün.. Annem de sen de suikaste kurban gitmiştiniz.. Filistin tarafından bir suikastçi...." cümlesi boğazında düğümlendi..

"Oğlum, gerçek öyle değil.. Evimize birisi geldi evet.. Ama o bir suikastçi değildi.. O senin Türkiye'deki amcandı.. Benim de ortalardan kaybolmam gerekiyordu.. Ve böyle bir yalan yarattım.. Anneni ve amcanı doğradım.. Onların kanlarını acemi bir suikastçi gibi her tarafa akıttım.. sonra ikisini bir yatağa koydum.. Sana duygusal bir mektup(!) ve ortadan kayboldum.. Herkes buna inandı.. Sen dahil.." dedi ve sapık bir gülüş kapladı yüzünü..



Levi beyninden vurulmuştu.. Annesini doğrayan adam babasıydı..



Bir anda babası öksürmeye başladı.. Önce ufak ufak boğazını temizlemeye çalışıyormuş gibiydi, ama şiddeti giderek arttı ökürmelerin.. Öne doğru eğildi öksürürken.. Yüzünü göremiyordu Levi babasının.. Hareket de edemiyordu ama... Öylece donakaldı.. Bir anda babası öne doğru eğilmiş öksürürken, öğürmeye başladı.. Çok geçmeden kusmaya başladı.. Ağzından yılanlar çıkıyordu ama.. Ardı arkası kesilmiyordu üstelik.. Levi kaskatı kesilmişti.. Babasını izliyordu.. Bir saniye sonra babasının ayakkabılarını görüyordu.. Babası Levi'nin az önce olduğu yerde ayakta duruyordu, Levi ise iki büklüm bir şekildeydi ve ağzından yılanlar çıkıyordu.. Kustuğu yılanlar çevresini sarıyordu giderek.. Yavaşça bacaklarında sürünerek bedeninde dolaşıyorlardı.. Islak pullarını, dillerinin hareketini herşeyi hissediyordu Levi.. İğreniyordu.. İğrendikçe daha çok kusuyordu..




Levi bayılacak gibi olmuştu.. Ama o kadar şanslı değildi..



Bir anda altından çekildi.. Boşluktaydı.. Karanlık gökyüzündeydi.. Tek başına havada asılıydı.. Uçma yeteneği olan bir adamdı Levi.. Ama şu anda yüksekten ölesiye korkuyordu.. Sonsuz gökyüzünde bir başınaydı.. Hiçbir yere hareket edemiyordu.. Kımıldayamıyordu... Gözlerini sıkıca yummuştu.. Açmaya korkuyordu..Ama kapalıyken de az önceki yılanları görüyordu.. İki türlü de korkuyordu.. Sakinleşmesi gerektiğini biliyordu.. Bunu kendi kendisine yapıyordu. Sakinleşmeye çalıştı.. Düzenli bir şekilde düşünemiyordu.. Bunu düzeltmeye çalıştı.. Hatırlamaya çalıştı buraya nasıl geldiğini.. Yavaş yavaş bunu başarabildi.. Önce ailesinin evindeki olayı hatırladı.. Sonra banyoya geldiğini hatırladı.. İşte anahtar buradaydı.. Ayna.. Kendi gözleri.. Gökyüzünde uçarken bir anda kendi kendine aynaya bakarken buldu ve bir saniye sonra tekrar gökyüzündeydi.. Hareket etmeye çalıştı.. Delirmek üzereydi.. Korkudan delirmek üzereydi.. İnsanlara yaşattığı şeyi ilk defa yaşıyordu.. Görüntü gidip gelmeye başlamıştı.. Gördüğü yer evin banyosuna dönüştüğü zaman hemen dizlerinin üstüne çöktü.. Aynadan uzaklaşmıştı.. Kendi gözlerini görmüyordu.. Yaşadıkları bitmişti.. Ama emin olamazdı.. Sürünerek banyodan çıktı.. Şöminenin karşısındaki koltuğuna kadar süründü.. Ateş biraz sönükleşmişti.. Maşayı alıp korları sağa sola itti.. Biraz daha canlanmıştı alev.. Bir iki parça odun daha attı içine.. İyice harlanmıştı alev.. Terden sırılsıklam vücudunu, şöminenin karşısındaki koltuğa bıraktı.. Bir iki saniye öyle kaldı.. Olanları düşünüyordu.. Sonra ceketini çıkartıp gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırdı. Biraz içkiye ihtiyacı vardı. Yanındaki sehpanın üzerinde duran viski şişesini ve bardağını aldı.. Şişeye baktığı zaman kendi yansımasını gördü.. Yılanları kustuğu anı gördü tekrar.. Çok kısa bir görüntüydü.. Şişeyi elinden düşürdü ve şişe yerde milyonlarca parçaya ayrıldı.. Şömineden gelen aydınlık bütün parçaların üzerindeydi artık.. Yerde binlerce ateş böceği vardı ve ışığın üzerine yansımadığı binlerce ölüm tuzağı.. Hala kendi yansımasını görebilirdi bu cam parçalarında.. Korktuğu başına geliyordu neredeyse.. Bir anlığına kendisini darağacında asılırken ve son nefesini vermeden önce titrerken gördü.. Hemen gözünü ayırdı o parçadan.. Derken başka bir parçaya takıldı, derken bir diğerine.. Tam olarak odaklanamıyordu kendisine bu yüzden içine çekemiyordu hiçbiri.. Kurtarabiliyordu bu sayede kendini.. Ama dayanılmazdı bu onun için.. Kendisine yaşatabileceği en büyük işkence buydu.. Binlerce defa ölmüştü ve binlerce kere akıl almaz işkencelere maruz kalmıştı son yarım saatte.. Hiç korkmadığı şeylerden korkmuştu, zaten korktuğu şeyleri gördüğü zaman ölmeyi dilemişti.. Güçlü Levi'den eser kalmamıştı..

Eline şöminenin maşasını aldı ve alevlerin içine soktu.. Sadece aleve ve maşaya bakıyordu.. Başka hiçbir şeyin dikkatini dağıtmasına izin vermiyordu.. Böyle bir hata yaparsa bu sefer kendi gücünden kurtulamayabilirdi..Levi, Levi'yi öldürmüş olacaktı.. Ölmese de aklını kaçıracaktı..

Maşa artık iyice kızmıştı.. Kıpkırmızıydı, korlarla aynı renkti, korlarla aynı öfkedeydi maşa.. Derin bir soluk aldı Levi.. Maşayı alevlerin arasından çekerken heryere kıvılcımlar saçıldı.. Sağ gözünü kapattı Levi ve o kızgın, öfkeli, kıpkırmızı bir o kadar da acısını dindirecek olan ve hayatta kalmasını sağlayacak olan maşayı gözü kapağına sürdü.. İlk kurşun yarasını alan acemi ve genç bir asker gibi haykırmıştı.. Solukları hızlanmıştı ve kesikti.. Tekrar ateşe soktu maşayı.. Ve aynı kırmızılığa geldiği zaman maşa büyük siyahlığı kucaklayacaktı Levi..



Şöminenin kırmızılığı yok olmuştu.. Sadece yanan odunların çıtırtısı ve alevlerin ısıttığı hava..





xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx



Bütün olanları anlattı Levi..



"Geçmiş olsun kardeşim.." dedi Fuat.. Diyecek ne daha güzel birşey ne daha farklı birşey bulabilmişti.. Elinden gelen tek şey hazır cümlelerdi böyle durumlar için..

"Geçti, geçti birşeyim kalmadı.. Ama ben bunu yaptıktan sonrası bulanık biraz.. Sanırım bayıldım.. Sonrasında kendime geldiğimde hastane odasındaydım.. Oraya kim ya da kimler getirdi? Mossad mı? MİT? Yoksa o telefondaki garip adam ve ekibi mi? Kimdi onlar? Neden beni askeri hastaneye getirdiler?" Suya hasret birisinin kana kana su içmesi gibi kana kana konuşuyordu Levi de..

"Herşeyi öğreneceğiz dostum.. Sakin ol sen.. Herşeyin cevabını verecek birileri vardır?" dedi Cem birşeyler biliyormuş gibi..

"Kim biliyor bunların cevabını Cem, kim?"

"Sen onların orada olduğunu bilmezsin.. Kimse bilmez.. Ve onlar gezerler.. Ve duyarlar..." dedi Cem..

Haldun, Cem'in bu cümlesinden tedirgin olmuştu.. Belki de yaşadıkları ve sokakta kalmak onu delirtmişti.. Bu cümleleri söylerken gözlerindeki o bakış çok ürkütücüydü.. Hem söylediklerinin de bir anlamı yoktu ki? Ne demekti bunlar?

"Sokak Gezginleri!" dedi Fuat... Bulmacanın cevabını bulmuştu..

"Kimler?" diye sordu Levi sakince..

"Sokak Gezginleri.. Nasıl anlatabilirim bilmiyorum! Sıradan bir topluluk değiller.. Onlar son 15 yılda Türkiye'de olan bütün bilgi transferini gözetim altında tutuyorlar.. Ellerinde her çeşit bilgi olduğu sanılıyor.. Çok az kişi yakalandı onlardan.. Belki beş belki on ama daha fazla değil.. Yurtdışında da benzer organizasyonlar olduğundan kuşkulanılıyor ancak bu konuda kesin bir bilgi yok.. Yolda yürürken yanından bir sokak gezgini geçse anlamazsın.. Kimse onlara dikkat etmez.. Sokak serserisi, ayyaş, evsiz, genç, deli bunlardan herhangi birisini dersin.. Suratına bile bakmazsın.. Ama onlar her an her yerde olabilirler.. Usta hırsızdır herbiri, hepsi birden fazla dili çok iyi konuşabilir.. Tabi bu kadar normal değil herşey.. Onların aynı zamanda ruhani bir yönleri de var.. Onlar ,kendi sözleriyle, "bizi sokaktaki kötü ruhlardan koruyorlar".. Onlar ,yine kendi sözleriyle, "bizim zihinlerimizi temiz, gözlerimizi açık tutmamızı sağlıyorlar".. Sokak sanatının bir kısmını onlar yapıyor.. Siyasi içerikli olanların çoğunu ya da doğayla ilgili uyarı mesajlarını onlar yapıyor sokaklarda.. İçlerinden birisi "sizin seçmek istemidiğiniz ama yine de beyniniz yıkandığı için oy verdiğiniz adamların, o partilerin afişlerini, seçim pankartlarını, reklamlarını biz tahrip ediyoruz.. Belki o reklamların arkasındaki görebilirsiniz diye" gibi birşey söylemişti.. Yakalananların üzerinde ortak iki şey vardı.. Bir bandana ve bir de, nasıl desem, Tılsım vardı.. Bandana siyah üstüne iki uçta iki gri şeritliydi.. Tılsımları ise... Hepsi eski hayatından yanlarında getirdikleri bir parçayı kolye, bileklilk, anahtarlık gibi bir aksesuar haline getiriyorlar ve bunun onları sokağın kötü ruhlarından koruduğuna inanıyorlar.. Sokağın Şamanları ya da Mistik Koşucular diye de isimlendiriyorlar kendilerini.. Ah! Neredeyse unutuyordum.. Bütün gezginler koşar.. Engel tanımadan, koşarlar.. Sokak, binaların tepesi, bulvar, kaldırım bunlar onlar için sadece farklı oyun alanlarıdır.. Sokak onların doğal alanı, bizimse balta girmemiş ormanımızdır..." uzun uzadıya anlattı Fuat Gezginleri.. Anlatmaya başladığı zaman hepsi sedire geçmişti zaten.. Bir soru vardı Haldun ve Levi'nin aklında.. Fuat ve Cem bunları nereden biliyordu?.. Ayrıca Haldun'un aklında yeni bir soru daha belirmişti bir anda... Cem'i ilk bulduklarında Levi'nin yerini söylediğinde böyle birşey söylemişti.. Kulakların keskinliği ile ilgili olduğuna yemin edebilirdi.. Cem de mi onlardan birisi olmuştu..? Sormak için erkende ikinci soruyu belki ama ilkini sorabilirdi..
"Papaz. Siz ikiniz bu kadar çok şeyi nereden biliyorsunuz?" diye sordu Haldun..
"Hatırlamıyor musun Haldun? Biz beraber avlamıştık onlardan ikisini.. Sen, ben, Cem, Tolga.. Levi, Sonat ve Sarp o gece başka bir görevdeydiler..
"Hayır ben böyle birşey yaptığımızı hatırlamıyorum..."
"Cem? Bu konuda birşey söylemek ister misin?" diye sordu Haldun sinirini bastırmaya çalışıyordu bir yandan..
"Kusura bakma dostum silmek zorundaydım bu bilgileri kafandan.. Emirler böyleydi.. Çünkü o ekibin kurucularından birisi senin babandı.. Ve o grupta hala senin akrabaların var.. Biliyor musun bilmiyorum ama senin bir kardeşin var.. Fakat o zamanlar senin bu bilgileri bilmemen gerektiğini düşündüler.. Görevi, Teşkilatı bırakabilirdin.. Bu arada ben sokakta kalmadan önce kurduğum güvenlik şirketindendeyken onlarla çok alış-verişimiz oldu.. Şu anda ailenden geri kalanlar MİT tarafından ele geçirilmiş.. Ama bu bilgiyi şimdi alman senin işine yaramayacak. Herşeyin bir zamanı var.. Hepinizden özür dilerim.."
"Kahve içmek isteyen?" dedi Fuat..
"Ben alırım" dedi Cem

Kimsenin hiçbir şeyden haberi yoktu.. Olması gerektiği gibi, herkes bilmesi gerektiği kadarını biliyordu..

Ama bilmedikleri şey şu anda kapıyı kırarcasına çalan kişinin kim olduğuydu...

12 Şubat 2009 Perşembe

Bölüm 8

Üç adam altlarında çalıntı bir arabayla sisli ve gri bir İstanbul gününde arkadaşlarını kurtarmak için yola çıkmışlardı.. Cem arabanın sınırlarını zorluyordu.. Tabi bu arada kendi sınırlarını da zorlamaktaydı.. Kadıköy'den Beşiktaş'a oradan da Gümüşsuyu'na gideceklerdi.. Yolda bu hızla giderken bir polis onların peşine takılmaz ya da ıslak yollarda yanlış bir dönüş yapıp paramparça olmazlarsa bir saat içinde hastanenin önünde olacaklardı.. Yapacakları şey basitti.. İçeri sakince girecekler, Levi'nin odasını öğrenecekler, onu odadan alacaklar ve çıkıp gidecekler.. Tabi eğer bugün şanslıysalar böyle olacaktı.. Eğer biraz ters giderse işler ortalık karışabilirdi.. Mesela bir grup asker silahlarını çekip onları durmaya zorlayabilir, daha da kötüsü ateş açılabilirdi... Ama bunları orada düşüneceklerdi..

"Bütün ekip yanımızda olsaydı bütün herşey daha kolay olurdu ya.." dedi Haldun... Sessizliği bozmak için aklına gelen ilk şeydi bu.. Gerginliği atmak istemişti ortamdaki..." Mesela Sarp çok işimize yarardı, ya da Tolga.. Tolga muhteşem olurdu hatta.. Gerçi düşününce Sonat da fena olmazdı.. Acaba Sonat ne halde şimdi.. Nasıl bir kadın olmuştur kimbilir.." diye devam etti konuşmaya, ama daha çok kendi kendine konuşuyordu...
"Onları da bulacağız Haldun.. Sıkma canını.. Herşey işte o zaman gerçekten çok kolay olacak... Gerçekten kolay..." dedi Fuat düşünceli bir şekilde.
Aslında arabada gerçek bir diyalog yoktu.. İki ayrı kişi, kendi kafalarındaki düşünceleri sanki birbirlerine söylüyorlarmış gibi seslendiriyorlardı.. Ama ne bir cevap niteliği taşıyordu bu cümleler ne de cevap bekliyordu cümleyi söyleyen kişi...

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

25 ekim 1988

Sabah yatakhanede uyanan gençlerin üzerinde bir gerginlik vardı.. Dün gecenin gerginliğiydi.. Birazdan kahvaltıya ineceklerdi.. Akabinde sırayla önce Levi sonra da Sarp, Suzan hanımın odasına çekileceklerdi.. Levi endişeli değildi.. Sadece sıkılacaktı.. Onunla konuşmaktan kimse keyif almazdı.. Ama Sarp'a ne olacaktı onu kimse bilmiyordu.. Herkes birbirine bakıyordu yataklarını toplarken.. Sessizce ortamı süzüyordu herkes, bir diğerinin tepkilerini ölçmeye çalışıyordu.. Endişe herkesin ortak duygusuydu.. Sarp mesela bu duygunun üzerine bir sinir duygusu eklemişti.. Sonat korkuyordu mesela.. Ama Fuat oradaki en sakin insandı.. Ve tüm gücünü toplayıp derin bir nefes aldı..

"Arkadaşlar bir saniye yanıma gelebilir misiniz?" dedi.. Odadakiler zaten işlerini bitirmiş kahvaltı saatine kalan on dakikayı odada oyalanarak geçiriyorlardı.. Yavaşça Fuat'ın çevresine geldiler..
"Arkadaşlar, hepiniz çok gerginsiniz.. Ama gereği olmayan bir gerginlik bu.. Sarp'ın başına birşeylerin geleceğinden ve onun başına geleceklerin, bizim başımıza gelecek olacaklar için bir gösterge olacağına inanıyorsunuz.. Bunlar yersiz fikirler... Kimse Sarp'a birşey yapamaz ya da herhangi birimize.. Bizi harcamayı göze alamazlar.. Üstelik böyle birşey yapmaya kalkarlarsa eğer.." dedi o sırada arkasındaki masadan iki tane kurşun kalem havalandı omuzlarının üzerine geldi ve havada asılı durdu. "onlara karşı çıkarız.. Kimse benim kardeşlerime acı çektirmeye cesaret edemez.. Hiçkimse..." dedi ve kalemler yere düştü..
Çocukların kalplerinde biraz olsun ferahlık olmuştu.. Birer derin nefes aldılar.. Sonra bir anda Sonat: "Neden bu gücü geliştirdiğini söylemedin onlara?" diye sordu...
"Daha erken.." dedi Fuat.. Aklında ciddi bir plan varmış ve onu tekrar gözden geçiriyor gibi bir halde söylemişti bunu..

Çocuklar sakince odadan çıkıp kahvaltıya indiler.. En önde Fuat yürüyordu, onun hemen arkasında Cem ve Levi vardı.. Yemekhaneye girdiler.. Orada kalan bütün ajanlar, en yüksek kıdemliden en düşüğüne herkes oradaydı.. Tabi Suzan da.. Suzan gözgöze gelmeye çalıştıysa da bütün çocuklar önlerine bakıyordu ve başaramamıştı.. Hepsi yemeğini yedi ve kalktı.. Toplamda onyedi dakikalarını almıştı bu kahvaltı.. Kimse uzatmak istemiyordu bu bekleyişi.. Hemen odalarına çıktılar.. Odaya çıktıktan bir beş dakika sonra Mehmet gelmişti kapıya..
"Sarp! Suzan hanım seni görmek istiyor! Beni takip et!" dedi ve arkasını döndü..
"Haydi bakalım!" diye söylendi Sarp kendi kendine...

Önde Mehmet arkada Sarp soğuk mermer koridorda yürümeye başladılar.. İki kat aşağı indiler.. Toplamda üç defa sola iki defa sağa döndüler.. Alt kata geldiklerinde yedi tane kapının yanından geçtiler bunlardan dört tanesi sağda üç tanesi soldaydı.. Bunların hepsini geçtikten sonra açık olan tek kapının önünde durdular.. Mehmet ifadesiz bir şekilde geldiklere yola doğru bakıyordu ve kapının yanındaydı.. Sarp sıkıntılı bir nefes vererek odaya girdi.. Kapı arkasından kapandı ve kilitlendi.. Kafasını hafifçe sağ arkaya çevirdi ama aslında gereksiz bir tepki olduğunun farkındaydı bunun.. Oda taş bir odaydı.. Tam ortada bir tane büyük metal masa vardı ve iki ucunda iki ayrı metal sandalye.. odada bunun dışında ne bir cam ne bir ayna hatta ne bir kamera vardı.. Bu odada olan herşey iki kişi arasında sonsuza kadar bir sır olarak kalacaktı.. Ama bu odaya giren kişilerden sadece birisi sonsuzluğu düşünebilirdi.. Diğeri ise sonunun çabuk gelmesi için yalvarabilirdi.. Sarp yüzünü kapıya verecek şekilde oturdu ve beklemeye başladı.. Bir iki dakika sonra kapının kilidi açıldı.. Suzan içeri girmişti ve Mehmet yine kapıdaydı.. Kapı kapandıktan sonra tekrar kilitlendi ve Mehmet'in ayak sesleri duyuldu..

"Hoşgeldin Sarp! Umarım günün güzel başlamıştır.. Kahvaltıyı beğendin mi?"
Sarp sessiz kalmıştı..
"Evet! Seni neden buraya çağırdığımı tahmin etmişsindir.. Hala bir güç geliştiremedin.. Size çok para harcıyorum.. Sizin güçleriniz benim kariyerimle yakından alakalı.. O yüzden eğer sen bir güç geliştirmeyeceksen, böyle birşey hissetmiyorsan bence istifanı vermenin tam zamanı.. Ama tabi sen bilirsin.. Dilersen devam edebilirsin.. Tabi bunun bazı riskleri olacaktır tahmin edersin.. Seni bir defa gözden çıkardığımız için bizim için yaşamının pek bir değeri kalmayacaktır.. E sana harcadığımız para da havaya gittiği için seni ortadan kaldırmamız gerekecektir.. Misal bir pazartesi günü haftalık kutunu alırsın.. İlk dozu aldıktan bir süre sonra miden hafiften bulanır.. Ama önemsemezsin.. Birkaç gün daha kullandıktan sonraysa iyice yataktan kalkamaz bir hal alırsın ve bir pazar günü son ilacını aldığında aslında onun senin ilacın değil de hastalığının kaynağı olduğunu ve yavaş yavaş öldüğünü farkedersin.. Ama kimse bizi suçlayamaz.. Çünkü bunun ne zaman olacağını bilmeyeceksin.. Hangi ilaçların zehirli olduğunu hangilerininse normal olduğunu kendini koruyamazsın.. Ha tabi şöyle de bir durum var.. Eğer ilaçlarını şimdi kesersek muhtemelen bir buçuk ay içerisinde öleceksin.. İstifanla beraber de başına bu gelecek.. Hangisini istersin Sarp.. Süpriz ölümü mü yoksa tarihi belli olanı mı?" dedi Suzan büyük bir soğukkanlılıkla..

Cem'in elleri masanın üstündeydi.. Avuçiçleri masaya doğruydu.. Kadın konuştukça kendisini garip hissetmeye başladı.. elleri üşümeye başlamıştı.. Sonra da bir acı hissetmeye başladı ellerinde.. Yavaşça aşağı çekildiğini hissetti.. Ama kadına bakıyordu.. Soğuk soğuk terliyordu.. Dikkati dağılmıştı.. Kafasını öne eğdi.. Ellerini gördü.. Masayla bir oluyordu.. yavaş yavaş aşağı çekiliyordu ve üstünü metal kaplıyordu... Elleri masanın içine gömülüyordu.. Hafif bir hareketle ellerini çekti.. Masanın da onunla beraber hareket ettiğini hissetti.. Bir anda teri kesildi.. Tansiyonu yükseldi.. Adrenalin salgılanmaya başlamıştı, göz bebekleri büyüdü, kasları gerginleşti, hızlı ve derin nefes almaya başlamıştı.. Gözlerini kadına, onu tehdit eden kadına dikti.. Ve sırıttı..
"Sen kimi ölümle tehdit ediyorsun?!" dedi ve kollarını, aynı zamanda koca masayı, yukarı kaldırdı.. Bütün masa adamın kollarına bağlıydı ve beraber hareket ediyordu.. Masa yukarı kalkarken Suzanı sandalyesinden devirmişti.. Devirmesinden biraz önce de çenesine çok sağlam bir darbe vurmuştu.. Eğer bu sahne kaydedilmiş olsaydı ve ağır çekimde bir defa daha izleyecek olsaydık çenesinin nasıl kırıldığını ve alt dişlerinin üst dudağını nasıl parçalara ayırdığını ve her tarafa sıçrayan kan damlalarını ve tabi en keyiflisi o kendinden emin gözlerinin nasıl şaşkınlık ifadesine ve oradanda korkuya dönüştüğünü görebilirdik.. Kadın yere yığılmıştı.. Adam masayı yukarıda daha fazla taşıyamadı ve yere büyük bir hızla çarptı.. Sonra kadına baktı.. Elleri hala masayla bütündü.. Yavaş yavaş sakinleşti.. Nefesi düzene girmeye başladı.. Kasları gevşedi.. Masanın ellerinden ayrıldığını farketti.. Tam olarak onun kontrolünde değildi bu güç ama er geç kontrol edecekti.. Üç saniye sonunda masayla elleri tamamen ayrılmıştı.. Ellerine baktı, herşey yolunda gibiydi.. Yavaş yavaş masanın yanından kadına doğru yürümeye başladı.. Bu arada sol elinin işaret ve orta parmağını büyük bir zariflikle masaya sürtüyordu.. Yerde yatan kadının yanına geldi ve eğildi.. Yerde kanlar içinde yatan ve yüzü paramparça olan ve inleyen kadının kulağına eğilip :"Şimdi Suzan! Ölmek istemiyorsan beni ve diğer arkadaşlarımı rahat bırak.. Bizi eğitmeye devam edin bize ilaçlarımızı vermeye devam edin.. Eğer bizden herhangi birini bir defa daha ölümle tehdit edersen emin ol bu sefer ölecek kişi sen olursun.. Hem sen hala akıllanmadın mı?? Cem de seni böyle tehdit etmişti.. Ama sen inatla bizi küçümsemektesin... Neden Suzan? Neden?" adam tam anlamıyla dalga geçiyordu kadınla.. Konuşmasını bitirdikten sonra kadının bayıldığını farketti Sarp. Üzerini aradı anahtarı bulmak için.. Sağ cebine koymuştu Suzan.. Adam anahtarı alıp odadan çıktı, kadını içeride bırakmıştı.. Kapıyı üzerine kitledi kadının.. Sonsuzluğu düşünecek olan kişi kesinlikle Suzan değildi artık.. Sarp bütün yolu geri yürüdü.. Odaya döndü.. Ve odaya kadar olan yolun her adımında büyük bir keyif duydu.. Her adımının tadına vardı adam.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Uzun yol çok kısa sürmüştü.. Üç adam arabanın içinde sessizce yol almıştı.. şimdi gümüşsuyu askeri hastanesinin kapısının önündeydiler.. park halindeki çalıntı arabanın içinde oturmaktaydılar.. biraz hamladıklarını biraz da yaşlandıklarını belki biraz da korktuklarını düşünüyorlardı.. Ama önemli olan onlar için Levi'yi kurtarmak ve elbette almaları gereken intikamdı..
"Papaz, daha ne kadar bekleyeceğiz? İnelim ve artık bitirelim şu işi ben bu heyecanı daha fazla yaşamak istemiyorum.." diye mızmızlandı Haldun arka koltukta.. "Tamam, haklısın.. İnelim hadi.. Dostumuzu kurtaralım.. Tekrar hatırlatıyorum.. Haldun sen arkamızda, tam ortamızda olacaksın.. Cem sen sol önde olacaksın ve ben de senin sağ tarafında olacağım.. Üçgen formasyon.. Hep alıştığımızın biraz daha minimalize edilmiş hali gibi düşünün.. Zaten bunun dışında yapmamız gerekenleri biliyoruz.. Sıfır kanıt, sıfır hasar.. Gir al çık.. temiz ve rahat.." dedi Fuat.. Toplayabildiği ekibine baktı son defa.. Ceketinin cebinden çıkartmadan ilacı kontrol etti.. Yerindeydi.. Herşey hazırdı.. Arabadan indi..
Üç adam karşılarındaki hastanenin kilitli demir kapısına bakıyordu.. Güzel bir aldatmaca ama hepsi biliyordu ki bu hastanenin girişi yandaki ara sokaktaydı.. Yavaşça yürüdüler.. Üçgen formasyonu çoktan almışlardı bile.. Çok sakindiler.. Arabadaki düşüncelerinden eser kalmamıştı.. Kendilerine güvenleri gelmişti şimdiden.. Çok daha iyi hissediyorlardı.. Yıllardır özledikleri şeyi yaşamaya başlamışlardı şimdi yeniden.. Haldun arkalarından gelirken hafif kamburunu çıkardı sağa sola tehditkar bakmaya başladı bu sırada da ellerini ovalamkta arada bir de parmaklarını çıtlatmaktaydı.. Kendisini savaşın içinde hissediyordu.. Cem süzülmekteydi resmen.. ifadesiz bir yüzü vardı.. Kendinden eminliğin getirdiği kayıtsızlıktı bu.. Fuat, Papaz ne derse desin insanlar onun için, o bir avcıydı.. İşi buydu.. Hayatı da.. Savaş alanını kimse ondan daha iyi yönetemezdi.. En üst kademedeki avcıydı o.. Bir ara sokak, bir bina, orman ya da üniversite.. Bu alanlar onun için bir fark yaratmıyordu.. Yapılması gerekeni en akıllıca ve en az hasarla -yani sıfır hasarla- yapabilme yeteneği vardı bu adamın.. Ve işte kendine gelmişti yeniden.. Teşkilatın lav edilmesinden sonra yaşadığı sayısız kötü olayın bütün etkileri siliniyordu üzerinden.. O geri gelmişti.. Amacını, isteğini, arzusunu, sevdasını, uyuşturucusunu ve keyfini bulmuştu.. Savaş alanında olmalıydı.. İşte bu ruh halinde yürüyen bir adam nasıl yürürse o da öyle yürümekteydi yolda.. Kontrol edemediği bir sırıtma vardı yüzünde.. Bir yandan da kafasını sallıyordu, kendini düşündüklerini onaylar gibi..

Kapının olduğu ara sokağa girdiler.. Yolun karşısında köşede 'Aylin Eczane'si hemen yanında 'Mehmet Efendi Köftecisi' vardı.. Bunları geçtikten onyedi adım sonra yine aynı sırada eski bir sahaf vardı.. İşte kapı tam bu sahafın karşısındaydı.. Bir buçuk metre yüksekliğinde demir parmaklıklı bir kapıydı bu.. Sonuna kadar açık bir kapıydı üstelik.. İki yanı düzgün şekilde kesilmiş çimenlerin ortasından kıvrılarak giden , aynı bir nehir gibi, taşlarla örülü bir yol vardı bu kapının ardında.. Bu yolu takip edince çok gösterişli olmayan iki katlı beyaz bir bina karşımıza geliyordu.. Ama sadece yukarıya doğru.. Aşağıya doğru kaç kat olduğu ise dışarıdan kimsenin bilmediği bir soruydu.. Üç adam işte bu patikadan yürüdü hastaneye doğru.. Otomatik kapı onları güzelce karşıladı.. İçeri girdiklerinde hastanenin soğukluğu ürpertmişti hepsini.. İçerisi hem fiziksel olarak hem de duygusal olarak gerçekten soğuktu.. Ölüm sessizliği hakimdi hastanede.. Altı adım sonra karşılarında bir kayıt masası vardı.. Arkasında oturansa işini en iyi şekilde yapmaya çalışan bir sivildi.. Otuzlu yaşlarda, kahverengi ve bakımlı saçları olan biraz kilolu, makyajlı bir kadın.. En çok göze batansa yüzüne büyük gelen ve gerçek bir işlevselliği olmayan o kırmızı kemik gözlüğüydü.. Adamlar masanın önüne geldiklerinde çoktan endişeli aile bireyleri rollerine bürünmüşlerdi..

"İyi günler hanımefendi!" dedi Fuat.. Sesini titretmeyi ama bunu gizlemeye çalışmayı bile başarmaştı üstelik..
Kadın, gözlüklerinin üstünden sıkılgan bir tavırla önce Fuat'a sonra da diğerlerine baktı..
"Buyrun!" dedi soğuk bir şekilde..
"Abimiz bu hastaneye yatırılmış bir onbaşı bize haber verdi, sanırım Kerim onbaşıydı, böyle genç bir adamcağızdı, çok esmer de sayılmazdı..." Fuat sadece çok konuşuyordu.. Önemli olan kadının dikkatini dağıtmaktı o anda.. Ve bunu çok iyi başarıyordu..
"Tamam beyefendi sakin olun! Abinizin ismi neydi acaba?" diye susturdu kadın Fuat'ı.
"Levi.. Levi Kurt.."
Kadın bilgisayardaki kayıtl dosyalarında adamın adını aramaya başladı. Karşısına çıkan sonuçsa ilk defa karşılaştığı birşeydi. Şaşırdı ama bunu belli etmemeye çalıştı.. Fakat Haldun'un gözünden kaçmamıştı bu kısa şaşkınlık..
"Kusura bakmayın beyefendi! Burada bu isimli bir kayıt bulunmamakta." diye yalan söyledi kadın..
"Nasıl olur hanımefendi? Bize burayı söylediler, abimiz buradaymış, bakın kaç zamandır ondan haber almaya çalışıyorduk, perişan durumdayız.. Lütfen yardımcı olun bize" dedi Fuat o da işin içinde bir bit yeniği olduğunu anlamıştı.. Sözünü bitirdikten sonra Haldun'a dönüp baktı. Haldun sinirlenmeye başlamıştı.. Bakışları değişmişti.. Sanki kafasında kadının kafasını beyaz masanın üstüne kırmızı izler bırakmak için kullanmayı düşünüyordu..
"Bakın hanımefendi! Abimizin burada olduğunu biliyoruz! Eğer bir terslik varsa söyleyin.. Gerekiyorsa buranın altını üstüne getiririz yine de abimizi buluruz.." dedi Haldun..
"Beyefendi bu şekilde konuşmaya devam ederseniz askerleri çağırmam gerekebilir.. Lütfen bir an önce hastaneyi terkedin.." dedi ve kafasını eğdi kadın..
Fuat sırtını dönmüştü kadına.. Diğerleri de Fuat'ın yanına iyice sokuldular..
"Madem böyle olmadı o zaman saldırmak zorundayız.." dedi Fuat..
"Papaz emin misin ya burada değilse gerçekten Levi? Boş yere o kadar adamı öldürmeyelim.." diye sözünü kesti Haldun..
"Kadının yüz ifadesini gördünüz.. Kesinlikle yalan söylüyor.. Hem Cem sen emin değil misin Levi'nin burada kaldığına?"
"Eminim papaz.. Bence vakit kaybetmeye gerek yok.. Kadının yanından yavaşça süzülürüz.. Tek tek kapılara bakarız, illa buluruz Levi'yi.. Kimseyi öldürmeye de gerek yok.. Sakin olursak herşey yolunda gider.." dedi Cem..
Üç adam kadının masasının yanından yürüyüp koridora girdiler..
Kadın telaşlandı eli ayağına dolandı bir anda.. Bir askere haber vermek için sağına soluna baktı ama kimse yoktu.. Hemen telefonu kaldırdı.. Komutana ulaşabileceği dahili numarayı çevirdi.. Arama tonunu duyduğu zaman bir an duraksadı.. Telefonu kapattı.. Komutana ne diyecekti? Herşey silinmişti sanki aklından.. Birileriyle mi konuşmuştu..? Sanki tersleştiler biraz.. Ama kimdi onlar.?. Nasıl adamlardı? Tipleri nasıldı? Komutana hiçbir şey söylemezdi.. Onun delirdiğini düşünürdü komutan.. İşini kaybedebilirdi.. Gereği yoktu böyle birşeyin.. Kadın sağ elinin içiyle ve yapay bir zarafetle saçını düzeltti.. Derin bir nefes aldı.. Ve işine geri döndü.. Sanki hiçbir şey olmamış gibi.. Belki de gerçekten hiçbir şey olmamıştı..
Adamlar koridorda sakince yürüdüler.. Herşey yolundaymış gibi.. Sağlı sollu odalara baktılar.. Hiçbirinde tanıdık bir surat yoktu.. İlginçtir, doktor ya da hemşireye de rastlamadılar.. Altı kapıyı geride bıraktıktan sonra koridorun sonuna gelmişlerdi.. Yolun sonunda solda aşağı inen merdivenler vardı.. Merdivenleri takip etti üç adam.. Hafifçe hızlı bir tempoda inmeye başladılar.. Yirmialtı basamak geride kaldığında karşılarına yeni bir koridor geldi.. Bir öncekinin tıpatıp aynısı sayılırdı.. Sadece güneş ışığı alabileceği camlar yoktu, florasanlarla aydınlatılmaktaydı bu yüzden ve daha soğuktu.. Çok soğuk.. İlk defa danışmadaki kadının dışında bir insana rastlamışlardı.. Genç bir doktor.. En fazla otuz yaşındaydı.. Elindeki dosyaya o kadar dalmıştı ki adamların yanından geçti gitti.. Farketmedi bile onları.. Merdivenlerden yukarı çıktı ve kayboldu.. Adamlar hiç istiflerini bozmadan odaları gezmeye devam ettiler.. Bu kattaki hastalar daha ağır durumda gibi duruyorlardı.. Daha çok bandaj ve daha çok inleme.. Bu kat kesinlikle daha ürkütücüydü.. İki üç kapı geçtikten sonra kapalı bir kapının önünde durdular.. Kapının yanında duvara monte edilmiş metal dosyalığın içinde üzernide çok ilginç harflerin bir araya geldiği bir dosya vardı.. Kurt, L. yazıyordu dosyanın üzerinde.. Levi Kurt..
Fuat kapının kolunu çevirmeyi denedi.. Kilitliydi.. Şaşırmayı çok istemişlerdi o anda kilitli oluşuna.. Ama ne yazık ki bekliyorlardı böyle birşeyi.. Haldun bezgin bir nefes verdi.. Kapıya sol omzunu verdi ve sol eliyle de kapının kolunu tuttu.. Sağa sola baktı Cem bu arada.. Kafasını yukarı doğru küçük ve keskin bir hareketle kaldırıp kapıyı işaret etti.. Haldun, bir nefes alıp gerildi ve kapıya güçlü bir omuz attı.. Kapı açılmıştı.. Haldun'un omzundan hiçbir kapı kurtulamazdı.. İçeri girerken biraz dengesi kaybolmuştu ama hemen toparladı kendini.. Hepsi içeri girmişti.. Ve işte oradaydı.. Levi.. Yatakta uzanıyordu.. Sol koluna bir serum bağlamışlardı.. Parmağının ucundan da başka bir cihaza bağlıydı.. Sağ yanında da kalp atışlarını kaydeden başka bir monitör vardı.. Dazlak hatırladıkları kafasında saçlar uzamıştı.. Gözleri bandajla sarılıydı.. Onun dışında başka hiçbir sargısı yoktu.. Uyuyor gibiydi.. Ama emin olamıyorlardı.. Fuat sağına Haldun ve Cem de soluna geçtiler.. Fuat, kulağına eğilip " Kardeşim.. Seni almaya geldik.. Uyanık mısın?" dedi.. Ses yoktu.. Hafifçe sarstı Levi'yi "Kardeşim!" dedi..
Boğuk bir ses yükseldi.. "Fuat?!"
"Evet benim, Haldun ve Cem de burada.. Seni almaya geldik.. Kendini nasıl hissediyorsun?"
"Perişan durumdayım.. Ayağa kalkabileceğimi sanmıyorum.."
"Sana bir hediyemiz var.. Bu seni ayağa kaldıracaktır.. Cem bir bardak su verir misin.."
"Ne getirdiniz? Yoksa..."
"Aç ağzını.." dedi Fuat.. Cebinden siyah kutuyu çıkarttı, içinden sarı bir hap aldı.. Kardeşinin ağzına nazikçe bıraktı.. Yavaşça suyu içirdi..
"Şimdi nasıl hissediyorsun kendini?" dedi Cem..
"Bu kadar hızlı etki etmesini bekleme Cem" dedi ve güldü Levi..
"Bunu söylediğine göre etki etmiş bile.. Hadi çıkaralım seni buradan.." dedi Haldun.. Yavaşça doğruldu Levi.. Serumunu çıkarttı.. Parmağındaki cihazı söktü.. Vücuduna bağlı olan ne kadar iğne vs. varsa hepsini söktü.. Tamamen özgür hissetmekteydi.. Beyaz pikesini açtı.. üzerinde beyaz hastane kıyafeti vardı ve ayakları çıplaktı.. Yavaş yavaş ayaklarını yere indirdi.. Önce sağ ayakucu değdi.. Geri kalan kısımları da onu takip etti.. Sendeleyerek ayağa kalktı.. Haldun ve Cem iki koluna girip destek oldular.. Fuat, odadaki koltuklardan birinde kefiyesini gördü.. O da onu aldı.. Odadan çıkarlarken Levi bir anda "Durun, durun! Sarp burada.." dedi...
"Bir taşta iki kuş.. Onu da kurtaralım o zaman.." dedi Haldun..
"O kadar acele etmesek iyi olur.. Misafirlerimiz var.." dedi Cem ve geldikleri merdiveni işaret etti.. Bir grup asker ellerinde silahlarla koşarak iniyorlardı.. İnenlerse onlara nişan alıyordu..
"ELLERİNİZİ BAŞINIZIN ÜZERİNE KOYUN VE DİZ ÇÖKÜN!!!"


18 Aralık 2008 Perşembe

bölüm 7

"Efendim!" dedi telefondaki ses kararlı ve sıkılgan bir şekilde..
"Merak ettim seni, nerdesin canım??"
"Bi' arkadaşımla beraberim.. N'oldu?"
"Nerdesin canım? Evde yalnızım yanına gelmek istiyorum.." diye blöf yapmıştı kadın telefonun öte ucunda
"Arnavutköyde arkadaşın evindeyim.. Ararım seni Taksime geçince"
"Peki canım.."

"Nerdeymiş?" diye sordu Murat, Mine'ye bilgisayardan birkaç saniyeliğine uzaklaşarak..
"Arnavutköy! Ama bildiğim kadarıyla onun orada hiç arkadaşı yok. Sanırım birileri bir konuda yalan söylüyor."
"Yoo" diyerek sırıttı Murat. "Orada çok yakın bir arkadaşı var.. Eski bir dost.. Ona güç veren, onu anlayan.. eski bir dost.."
"Kim var? Üstelik de benim bilmediğim bir dost öyle mi?" kadın sinirlenmişti, Fuat'ı o kadar iyi tanıyordu ve takip ediyordu ki onun gözünden kaçan bir bilginin olması imkansızdı işte bu yüzden de tavırları küstahçaydı Murat'a karşı..
"Şöyle söyleyeyim.. MİT'ten aldım bir tane GTT'ye geldim bin tane?"
"İlaç!" düşünceliydi kadın bunu söylerken..
"Bravo! bildiniz.." diye alay etmeye devam etti Murat.
"İyi ama sen orada ilaç olduğunu nereden biliyorsun?"
"Sadece ilaç değil ki! Silah, mühimmat, araç, nakit para.. Aklına ne gelirse.. Bir saldırı öncesinde ve sonrasında neye ihtiyacın varsa..."
"Bu adamların planı ne? Biz Levi'yi bulmadan bela bizi bulacak galiba"
"Bu cümleler nereden böyle.. Yalan Rüzgarı mı izlemeye başladın?!" dedi ve kendi kendine bir kahkaha patlattı.. Mine sadece anlamsız gözlerle adama baktı..

***************************
Mine, Türkiye'de doğdu.. Ailesi de öyle.. Ancak! Babası bir Mossad ajanıydı.. Türkiye'de eğitilmiş bir ajan.. Ve diğer birçok ajana eğitmenlik yapacak bir ajan.. 1965 yılında Mossad tüm dünyadan bilgi almak için sınırları zorlamaya karar verdi. Bunun için geliştirilen yüzlerce fikirden sadece bir tanesi '66 yılında uygulanmaya başladı.. Her ülkede, önemli olan şehirlerde, bilgi trafiğinin yüksek olduğu bölgelerde evler açılacaktı. Satın alınan bu evler dışarıdan normal bir aile evi olacaktı. Ancak bu evin içindeki herkes ajan olacak ve ajan doğacaktı.. Kayıtsız şartsız İsrail hükümetine bağlı olacaklardı ve gizli servis için çalışacaklardı. Aynı zamanda normal bir vatandaş gibi yükümlülüklerini yerine getireceklerdi. Herhangi bir yakalanma durumunda, yakalanan kişiyle ilgili bulunabilecek tek resmi bilgi kişinin T.C. kimlik numarası ve vergi numarası olacaktı belki birkaç tane trafik cezası... İsrail kesinlikle belge bulundurmayacaktı; yani resmi olarak...

Mine, böyle bir evde doğdu.. Evde sadece babası bir ajandı o doğduğu zaman.. Proje daha yeniydi o zamanlar.. Zamanla mükemmelleşti ama... Mine normal bir çocuk olarak büyütüldü.. Biraz disiplinli bir aileydi belki sahip olduğu ama normal bir çocukluktu yaşadığı.. İp atlayıp, evcilik oynadı, en sevdiği ayıcığına "Aliş" ismini verdi.. Ortaokula geldiği zaman artık eğitime başlaması gerekiyordu.. Önce basit ve dikkat çekmeyen eğitimler.. Dil, Tarih, Bilim.. Dışarıdan bakıldığında sadece okul dersleri.. Liseye kadar iki dil daha öğrenmişti.. Zaten bildiği İngilizceye ek olarak Fransızca ve İbranice öğrendi. Babasının sözünden çıkmadığı için onu yoğurmak kolaydı babası için.. Dünya tarihini her detayı ve her türlü çirkinliğiyle öğrenmişti.. Bilim konusunda çok yetenekli değildi ama başka bir yeteneği vardı.. Müzik.. Bunu farkeden babası aynı zamanda bunun muhteşem bir paravan olacağını da farketmişti.. Düz bir liseye gidecek, böylece çok yorulmayacak ama üniversitede konservatuara gidecekti.. Lisedeyken Mine işler onun için giderek garip bir hal almaya başladı.. Okuldan döndüğünde haftada iki gece , salı ve perşembeleri, poligona gidiyordu babasıyla.. Babası kurnaz bir adamdı.. Kendi keyfiyle, kızına ayıracağı vakti bir potada eritmişti.. Ama iki haftadan sonra Mine de eline bir silah almıştı ve o da talim yapıyordu.. Lise hayatı boyunca her hafta bunu yapacak ve çok çeşitli silahları deneyecekti ama şimdilik bundan haberi yoktu.. Bu talimler yapılırken ,pazartesi ve çarşamba günleri, karate eğitimi almaya başlamıştı.. Cuma günleri piyano dersleri vardı.. Mine, bu yoğunluktan gayet memnundu.. Ama arada babasının yüzüne baktığı zaman garip bir ifade görüyordu.. Kızını izleyen bir babadan çok, bir köpeği eğitmeye çalışan adamın yüzü gibi geliyordu ona.. Bu yoğunluk devam ederken her genç kız gibi Mine de aşık oldu.. Sınıftaki en sessiz ve en vakur çocuğa... Fuat'a aşık oldu.. Fakat ne babası bu ilişkiye müsade ederdi, ne de yoğun programı.. Ama denedi yine de.. Çocuğu çekti köşeye açıldı.. Anlattı bir bir hislerini.. Çocuk kabul etti tekliif.. Beraber oldular.. Çok uzun sürmedi ilişki.. Ama bu onların yollarını ayırmaya yetmedi.. Yıllar boyunca beraber olacaklardı... Farklı yerlerde, farklı pozisyonlarda... Gün geldiğinde de birbirlerine karşı savaşacaklardı... Lise son sınıfta babası karşısına aldı Mine'yi ve konuştu.. Anlattı bütün gerçekleri kendisiyle ilgili olan.. Bütün yaptıklarının nedenini anlattı Mine'ye.. Ve onun cevabını bekledi.. Cevap netti: "Öğrenciniz olmaktan onur duyarım hocam!" Bu cümleden sonra Mine gece gündüz demeden çalıştı.. Öğrenebildiği kadar çok şey öğrendi.. Bir odada bulunan basit eşyaların hepsiyle insan öldüremezdi belki ama on cisimden sekizi de fena bir ortalama sayılmazdı onun için.. İnanılmaz bir şekilde de gündüzleri okula devam ediyordu.. Büyük bir gayret gösteriyordu Mine.. İstanbul Üniversitesi Konservatuarını kazanmıştı.. Fuat'ınsa yurtdışında bir üniversiteye gittiğini duymuştu ama kopmuş gibiydiler o yüzden bilgileri kısıtlıydı..
Şu anda Mine gündüzleri üniversitede ders veriyordu.. Eve döndüğü zamansa bir mossad ajanına dönüyordu.. Ya da şöyle diyelim.. Mine şu anda bir mossad ajanı ama sabahları görev gereği üniversitede ders veriyor..
Görevi.. Levi'yi yakalamak ve en kısa sürede İsrail hükümetine teslim etmek.. Ortağı.. Sabetay Kohav nam-ı diğer Murat.. İzledikleri yol.. Fuat'ı takip et.. GTT 7 bilgilerine eriş.. Levi'yi yakala.. Mine inanılmaz bir oyuncu.. Fuat onu aradığında ya da onun yanına geldiğinde her seferinde ondan bilgi almaya çalıştı.. Ama bir tek şey gerçekti.. Mine Fuat'ı gerçekten sevmişti...

***********************
Sabetay Kohav.. Murat.. İsrail'de doğdu.. Matematik alanında bir dahi.. Aynı zamanda çok da kurnaz bir adam.. Mossad için çalıştı.. Görev bölgesi Türkiyeydi.. Fakat bir hata yaptı.. Türkiyede çalıştığı dönemlerde para arzusu onu MİT'le yakınlaştırdı.. Mossad bilgilerini satmaya başladı.. Önceleri sadece para karşılığı bilgi satan adam bir süre sonra bilgi karşılığı bilgi satmaya başladı.. Bir nevi bilgi tüccarıydı... Ama bilmediği şeyler de vardı.. Mossad onun bu yaptıklarını farketmişti.. Türkiye ekiplerinden bir kısmı devreye sokuldu ve İsrail'e teslim edilmesi sağlandı.. Akıl almayacak işkencelere maruz kaldı.. fiziksel ve psikolojik işkencele maruz kaldı... Ama onu öldürmediler.. İyileştirip tekrar işkence ettiler.. Çünkü onu kullanmaya karar vermişlerdi.. MİT'ten çok fazla bilgi almıştı.. Bütün bu bilgilerle Türkiye'de daha faydalı bir ajan olacaktı.. Ama mossada bağlılığını "hatırlaması" gerekliydi.. İşkencelerin yeterli olduğu düşünülünce ve Levi dosyası çıkmaza girdiğinde onu Türkiye'ye geri yolladılar.. Tabi ki Mossad ona güvenmiyordu.. Bu yüzden Mine'nin yanına yerleştirildi.. Hem ortak olacaklardı hem de dışarıdan sade bir çift gibi gözükecek ve dikkat çekmeyeceklerdi.. Tabi bu sırada Mine bu konuda bilgilendirilmişti ve Sabetay Kohav'ın her hareketini izleyecek ve gerektiği zaman üstlerine haber verecekti.. Bu Sabetay'ın hayatta kalabilmek için iyi kullanması gereken bir şanstı.. Bunu eline yüzüne bulaştırırsa tek bir kurşun, bir araba kazası, ya da yemeğindeki zehir onu bekleyen süprizlerden bazılarıydı...
***************************

"Mehmet bey! Ben Murat Yıldız. Kusura bakmayın bu saatte sizi rahatsız ediyorum ama önemli olmasa aramazdım.."
-Napıyorsun kimi arıyorsun sen- diye fısıldadı kadın sinirli bir şekilde.. Murat eliyle kadının susması gerektiğini işaret etti ve konuşmadaki istifini hiç bozmadı..
"Buyrun Murat bey. Yardımcı olabilirim umarım"
"Bu sefer ben size yardımcı olmayı ümit ediyorum"
"Dinliyorum"
"Arnavutköy Depo'nun derhal boşaltılması gerekiyor."
"Anlamadım?"
"Sözlerim gayet netti!"
"Nedenini öğrenmeyi çok isterim" adamın sinirleri bozulmuştu..
"GTT 7 şu anda yeniden toplanma aşamasında.. Farkında mısınız bilmiyorum.. Ve az önce aldığımız bir habere göre isimlerini vermeyeceğim iki üyesi Arnavutköy'de.. Üstelik bu kişilerin elinde bir kutu İlaç da var.. Ancak ekibini toplamaya çalışan kişiler için yeterli olmayacağı için depoyu soyacaklardır.. Ve sonrasında Tanrı bilir neler yapacaklar.. O yüzden elinizden gelenin en iyisini yapın şu anda orayı korumak için ve aynı zamanda o depoyu taşıyın.. ya da daha iyisi tamamen yakın orayı.. En kısa yolu bu olacaktır onları engellemenin.."
"Hmm.. Verdiğiniz bilgi için teşekkür ederim Murat bey. Ama zaten depoya gelseler bile kapıdan içeri giremeden öldürülürler.. O yüzden endişeniz yersiz olmuş.."
"Sanırım olayın ciddiyetinin farkında değilsiniz.. Bu adamlar sokak serserisi değiller.. Eski ajanlar ve normal insanların aksine özel yetileri var bu insanların.. Sizin iki tane çapulcu ajanınız onları durduramaz.. Hele ki, eğer tahminim doğruysa bu adamlar MİT'e karşı saldıracaklardır, böyleyse durum daha da öfkeli olacaklardır.. Kesinlikle koruyamazsınız orayı.. Dediğimi yapın yoksa...
"Beyefendi bence konuşmamız sona geldi.. Bilgi için teşekkür ederim.. İyi akşamlar.."

Murat'ın suratına kapanmıştı telefon.. Sinirlenmişti ama sadece konuşmadaki ses tonundan.. Yoksa gayet emindi sözlerinin ciddiye alındığından.. Ve deponun derhal boşaltıldığından..

"Ne yaptın sen? Kimdi konuştuğun?"
"MİT'in Özel Operasyonlar ve Araştırmalar bölüm başkanı Mehmet Altun.. Onları uyarmam gerekirdi.."
"Neden uyarıyorsun neden?"
"Neden mi? Levi'yi yakalamak istiyoruz ama eğer onun daha çok güçlenmesine izin verirsek onu yakalayamayız.. İmkanı yok.. Raporları okumadın galiba.. Mossad'da aldığı eğitimin yanı sıra bir de MİT tarafından eğitidi.. Nasıl bir hal almış olabileceğini tahmin ediyor musun? Onları güçsüz bırakalaım ki rahat avlayalım.."
"İyi ama eğer İlac'ı almazlarsa Fuat'ın başına neler gelir hiç düşündün mü? Bu sefer şansı olmayabilir"
"Hıh! Sen ve senin küçük aşk oyunların.. Bizim şu anda bir görevimiz var ve bu görev için kimseyi elemekten çekinmem.. Duyguların işe karışmaması gerektiğini herkes bilir.. Bütün dizilerde işler bu yüzden mahvoluyor ya.. Sakın bir daha böyle saçma bir çıkış yapma.."
"Demek herkesi elersin ha! Peki Sabetay! Umarım senden önce ben birilerini elemem.." o küçük kadın.. o sakin kadın.. o ajan kadın.. tek aşkı tehdit edildiğinde bütün bir ülkeyi gözden çıkartabilecek olan o güçlü kadın...
"Demek hem düşman hem ortağız şu anda.. İşler daha eğlenceli bir hal alacak desene..."
"Öyle gözüküyor.. Ben yatıyorum sabah dersim var.."
"İyi uykular, ortak!" dedi alaycı bir şekilde adam.

Sabah 07:00.. Alarmın sesinden saniyeler önce uyanmıştı kadın dinç bir şekilde.. Alarm çalmaya başladığı anda susturdu.. Yatağından kalkıp okul için hazırlandı.. Sıradan birisiydi dışarıdan.. Birazdan çıkınca eline bir kahve alacaktı.. Soğuktan şikayet eder bir halde yürüyecekti.. Otobüste kalabalığa karışacak ve uykulu gözlerle çevresine bakan insanlardan birisiymiş gibi davranacaktı.. İçindeyse neler olduğunu bir kendisi biliyordu.. Bir de Mossad tabi.. Bugün bir huzursuzluk vardı içinde.. Sanki birşeyler olacak gibi geliyordu ona.. Anlam veremiyordu ama.. Buna anlam veremediği süre içinde bir yandan bir sonraki adımını düşünüyordu.. Fuat'ı uyarmalı mıydı? Eğer uyarırsa onun kimliğini bildiğini açık ettiği gibi kendisini de eleverecekti.. Düşünülemezdi bile.. Onun yakınında olmalıydı Levi'yi bulmak adına ama Fuat istemiyordu onu yanında belli ki.. Herşey bir yana ya ilaç bulamazsa o zaman ne olacak Fuat'a..
Bir anda bütün bu düşüncelere dalmışken okul durağına geldiğini farketti.. Apar topar terketti otobüsü..
Herşey sakindi gün ortasına kadar.. Öğle molası verildiği zaman telefonu çaldı Mine'nin.. Murat'tı arayan..
"Hazırlan seni almaya geliyorum."
"Derslerim var saçmalama.. Hem hayırdır ne oldu?"
"Bil bakalım hastaneden kim kaçırılmış?"
"Hangi hastaneden? Bi' gevelemesene lafı! Söyle doğru düzgün"
"Düzgün söyleyince heyecanı kalmıyor ki.. Neyse.. Gümüşsuyu Askeri Hastanesi'nden bir hasta üç kişi tarafından kaçırılmış.."
"Eee! Bize ne polis ilgilensin!"
"Ciddi anlamda zeka problemin var senin.. Kimse adamı kaçıranların eşgalini tanımlayamamış.. Kaçırılan kişiyse.. Levi.. Daha detay vermemi ister misin yoksa kapının önüne geldin mi?"
"Tamam birazdan kapının önüne çıkmış olurum.."

-Hadi bakalım Levi.. Özgürlüğünün tadını çıkart.. Son saatlerin bunlar senin..- diye kendi kendine konuştu adam telefonu kapatınca.. Üniversitenin önüne parketmiş ve dörtlülerini yakmıştı bu sırada..

4 Kasım 2008 Salı

Bölüm 6

24 ekim 1988

Geceleri yatakhane sessiz olurdu. Çocuklar düzenli yataklarında sessizce uyurlardı. Odanın dışındaysa, en azından bu katta, pek fazla ses olmazdı. Ama bu gece herşey biraz farklıydı...

"Suzan hanım, sizi bu saatte rahatsız ettiğim için özür dilerim ama GTT odasına gelseniz iyi olabilir.." dedi telefondaki ses.

"Mehmet, gecenin dördü.. Bu saatte ne işim var benim orada. Sabahı bekleyemez mi?" Kadın sanki rüyasında konuşuyordu. Sözcükler ağzından zorlukla çıkıyordu dışarıya.

"Efendim! Bu süpriz çok hoşunuza gidecek."

"Peki bakalım bir iki dakikaya inmiş olurum" dedi Suzan ve telefonu kapattı. Yatağında doğrulup çevresine bakındı. Sağ eliyle yüzünü ovuşturudu ve uyku sersemi bir şekilde terketti yatağını. Sabahlığını üstüne giyip saçlarını topladı hafif bir dağınıklıka beraber. Kapıyı açtığında karanlık ve her yanı mermer kaplı koridor korkutucu gelmişti kadına. Hızlıca çıktı odasından. İki alt kattaydı çocukların odası. Hepsi aynı yatakhanede kalıyorlardı. Birçok görevli, bilimadamları, istihbaratçılar, akla gelebilecek birçok önemli ve üst düzey insan bu yatakhanede yaşıyordu. Merkez binaya bir alt geçitle bağlanan bu binada..

GTT'nin odasının önüne geldiğinde Mehmet ve birkaç kişi daha kapıda bekliyorlardı. Bunlardan birisi de Edip Silahtar'dı.

"Ne var?! Bu kadar önemli olan ne?!" diye sızlandı Suzan
"Bu da işimize yarayacak sanki. İçeri göz at istersen" deyip kafasıyla kapıyı işaret etti Edip.
Suzan hafifçe öne eğildi kapının penceresinden içeri baktı.. Gözleri büyümüştü kadının.. Bütün çocuklar "süzülüyorlardı". Bütün hepsi, yedi çocuk birden havadaydılar. Hepsi uyanıktı, şaşkındı, anlamaya çalışıyorlardı olan biteni. Bir tek Levi sakindi. O hareket ediyordu üstelik. Odada geziniyordu uçarak. Tavana kadar yükselip bütün odayı dolaşıyordu. Çocukların çevresinde onlarla şakalaşıyordu.

Suzan birşey söylemeden odanın kapısını açıp bir hışımla içeri girdi. Bütün çocuklar kapıya dönmüştü. En azından kafalarını çevirmişlerdi. İlk defa uçarken vücutlarına hükmedemiyorlardı.

"Bunun sorumlusu kim bilmek istiyorum!"

Bu cümleyle beraber herkes yere düşmüştü. Havada duran bütün çocuklar. Canları yanmıştı ama ciddi bir yaralanma yaşanmamıştı. Düşmeyen birisi kalmıştı ama.. Levi hala havadaydı.. Kollarını önünde kavuşturmuş, bacaklarını ise aralamış bir şekildeydi.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Levi 23 yaşında 1,76 boyunda yapılı bir çocuktu. Her sabah traş olduktan sonra saçlarını da kazırdı. Garip bir çocuktu. Geçmişi, kendisinden de garipti. İsrail doğumluydu. 4 yaşında Mossad tarafından ailesinden alıkonuldu. Mossad o yıllarda yeni başladığı bir eğitim için çocukları ailelerinden topluyordu. Verilen eğitimin sonucunda bu çocuklar metafizik dünyasında etkin ajanlar oluyorlardı. Zihin okuma, telekinezi, zihin kontrolü gibi birçok yetinin yanında tabi ki yakın dövüş tekniklerinden birçoğunu öğreniyorlardı. Yıllar süren çalışmalar meyvelerini vermeye başladığında tek başına birçok alanda görev yapabilecek üst düzey istihbarat ve savaş ajanları ortaya çıkıyordu. Levi'nin babası İsrail-Filistin arasında olan çatışmaların birçoğunda yer almıştır. Fakat Levi annesi ve babasıyla iletişim kuramıyordu Mossad'dayken. Yirmi yaşına geldiğinde Levi artık kendi fikirlerini oturtmuş ve kendi dünya görüşü olan bir gençti. Mossad'da yapılan propagandaya rağmen o kendi okuduklarıyla kendi fikirlerini oluşturmayı denedi. Dayatılan doğrulara direnmeye çalıştı. Levi, İsrail adına çalışmak istemediğini farketti. Filistin ile olan savaşta haksız bir tarafta olduğunu düşünüyordu. Mossad'dan ayrılması gerekiyordu. Ama hiçbir devlet, birisine bu kadar yatırım yaptıktan sonra onun çekip gitmesine izin vermezdi. Bir yolunu buluncaya kadar kaçmanın, devam etmesi gerekiyordu ve bunun gayet iyi farkındaydı. Tam kaçış planlarını yaptığı sırada, üslerinden birisi ona elim bir haber getirdi. Babası ve annesi süikasta kurban gitmişlerdi. Filistin tarafının ayarladığı bir süikastti. Evlerinde uyurken, yatak odalarında, yataklarında, gecenin karanlığında, kimsenin hareket etmediği kedilerin bile uyuduğu bir zamanda, kafası dumanlı bir süikastçi, sessizce süzülmüştü içeriye. Yavaşça ilerlemişti gecenin soğuğunda ve karanlığında evin içinde.. yatak odasının kapısındaki perdeyi hafifçe aralayıp içeri geçmişti. Yeşil odadaki koyu yeşil yatakta yatan beyaz gecelikli ve beyaz entarili çiftin gecelerini kırmızıya boyamıştı.. Kan kırmızıya boyamıştı... Çıkmadan odadan boynundaki kefiyeyi çıkartıp ayak uçlarına bırakmıştı. İmzasını bırakan bir sanatçı gibi hissediyordu kendisini.. Gerçeğin, pisliğini ve caniliğini resmeden bir ressam gibi.. Ve aynı gecenin karanlığında yok olmuştu ortadan.. Amiri bu haberi getirdiği zaman genç Levi'ye bir kutu getirdi. Koyu kahverengi bir kutu. Önünde küçük bir dosya içinde bir kağıt vardı. Levi'ye ait olduğu ve ondan başkasının açmaması gerektiği yazıyordu. Tabi bu yazı sadece göstermelikti. Mossad içinde ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Çocuk kutuyu aldı. Gözünden bir damla yaş gelmedi. Dondu ve sakinliğini korudu. İyi bir ajan her durumda sükunetini korumalı ve ruh halini stabil tutabilmeliydi. Amirine selam verdi ve arkasını döndü. Amiri odayı terketti. Kutuyu açtı genç adam. İçinde ailesi öldürüldüğünde bırakılan kefiye vardı katlanmış bir şekilde, bir adet aile fotoğrafı, ve bir mektup vardı.. Zarfı açtı yavaşça.. Sakince mektubu okumaya başladı. Babasından bir mektuptu.. Artık bu toprakların onun için ya da herhangi bir insan evladı için güvenli olmadığından bahsetmişti babası.. Akrabalarında bir kısmı Türkiye'deydi.. Onların yanına gitmesi gerektiğini söylüyordu babası.. Ve tam olarak nasıl olacağını anlamadığı bir durumdan bahsediyordu. Şöyle diyordu: "Bu mektubu derhal Birim Şefiniz olan kişiye götür. O senin Türkiye'ye gitmen için bütün ayarlamaları yapacaktır. Sen sadece çantanı topla ve gerisini düşünme. Unutma sen Mossad'da özellikle Türk kültürüyle eğitildin ve o dili öğrendin.. Vakit kaybetme.." mektubun en altında babasının imzası vardı. Ama imzanın altında anlam veremdiği bir grup sayı ve harf vardı. 648G77T34T yazıyordu.. Aklında bunun ne anlama gelebileceğine dair komplolar oluşuyordu elbette ama kesin bir bilgisi yoktu.. Hem ayrıca babası onun Mossad'da ne yaptığını nasıl bir eğitim aldığını nereden biliyordu. Ayrıca da o kimdi ki bir emriyle onun isteğini yerine getireceklerdi. Ama babasını sorgulamaktansa, gerçek olup olmadığını test etmeyi tercih ederdi.. Önce aile fotoğrafını cüzdanına yerleştirdi, sonra kefiyeyiboynuna aldı. Bağlamadı sadece boynunda serbest bıraktı.. Hem bu cinayeti hiçbir zaman unutmamak adına hem de Filistin'i İsrail'e göre haklı konumda gördüğü için.. Gerçi o da farkındaydı, savaşta haklı konum yoktur.. Ama o şu anda çelişkileriyle hayatta kalmak zorundaydı.. Odasından çıktı çocuk.. Kapıdan koridora adım attığı zaman artık o bir çocuk değildi ama... Büyümüştü.. Üzerinde gri kamuflajı, ayağında postalları, sırtında puşi, elinde mektup ve yüzünde kararlılıkla yürüdü o gün koridorlarda.. Kapısını çaldı birim şefinin.. Cevabı beklemden girdi içeriye.. Ya onlar onu yollayacaktı Türkiye'ye ya da o kaçacaktı.. Bu yolun dönüşü yoktu artık onun için.. Adamın masasına önüne kadar geldi.. Selam vermeden masanın üstüne mektubu bıraktı.. Adam bir nebze olsun sinirlenmemiş ya da şaşırmamıştı. Zaten bunun olacağını biliyordu.. Mektuba bakmadı bile. Mektup Levi'ye gitmeden incelenmişti ve gerekli hazırlıklar yapılmıştı.. Adam maun masasının sol ilk çekmecesinden bir pasaport, bir uçak bileti, bir kimlik, bir silah, sarı bir zarf içinde para bir ve bir dosyayı masaya koydu sırayla.. Levi'ye baktı, "Yolun açık olsun evlat.. Seninle keşke sokakta olabilseydik.. İyi bir öğrenciydin.. Gittiğin yerde kimse eğitimini bilmiyor.. Ona göre davran.. Gözümüz üzerinde olacak.. Sana ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz takdirde seni geri çağırma hakkımız var bunu asla unutma!" Levi, tek kelime etmedi.. Sümenin üzerinde duranları toparladı ve odayı terketti.. O günün gecesinde de ülkeyi terketti ve yepyeni bir hayata başladı.. Aslında eskisinden çok da farklı olmayan bir geleceğe dikkatli bakınca...
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

"Benim!" dedi Levi.. konuşmaktan çok haz aldığı söylenemezdi..
"Seninle kahvaltıdan sonra odamda görüşeceğiz demek bu.." dedi Suzan "Siz diğerleri, Cem ve Levi dışında, hala gücünüzü kontrollü kullanamıyor musunuz?! Bütün çabalarımı boşa çıkartırsanız, sizin için hiç hayırlı olmaz.." "Ha bu arada! Sarp yarın seni de görmek istiyorum.. Malum sen daha bir gram ilerleme kaydetmedin.. Artık istifa etmen gerekiyor sanırım.. Ama bunu sabah konuşuruz.. Şimdi biraz dinlenin.." dedi ve çıktı kadın.. Kapıdaki kalabalık dağılmıştı.. Çocuklarsa sabaha kadar uyuyamadılar.. Artık işler tehlikeliydi.. Daha da tehlikeli olacağa benziyordu.. Hayatları söz konusuydu..

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Sabah olduğunda üç adam evin salonundaydı. Dinç bir şekilde yeni güne ve yeni savaşlara hazırlardı. Artık intikam zamanı geliyordu. Levi'yi aldıktan sonra Arnavutköy Depo'ya gitmek zorundaydılar artık zira İlaç bitmek üzereydi.. Salonda toplanan adamlar kahvelerini içerlerken bir yandan kafalarında bir plan yapmaya çalışıyorlardı..

"Levi... Hangi hastanede acaba? Nasıl çıkartacağız onu oradan.. Cem senin güçlerin hala eskisi gibi mi?? Kimsenin bizi farketmeyeceğinden emin miyiz??" diye sordu Haldun sakince..
"Öyle olmasını ümit ediyorum.. Beni kimse farketmiyor, ama bu sadece sokakta yaşadığım için insanların beni görmezden gelmesi de olabilir.. Bir saatten sonra ilacın yan etkisi olmaktan çıkmış olabilir.. Peki senin gücün devam ediyor mu Haldun?? Orada bir çatışma çıktığında kurşunlardan ne kadar etkileneceğiz??" diye karşılık verdi Cem...
Bu sırada Fuat sessizce oturuyordu masada, cumbadaki ortaklarının konuşmalarını dinliyordu.. Merak ettikleri şeylerde haklıydılar.. Bunu test etmek lazımdı.. Kendilerini göre göre ölüme götüremezlerdi..

Salonda duvardaki rafta duran küçük "kris" yavaşça havalandı.. Fuat'ın elinin bir hamlesiyle, kendisiyle ortaklarının arasına geldi.. Fuat baş, işaret ve orta parmağı açık diğer iki parmağı kapalı ve avuç içi silahın kabzasına dönük bir şekilde duruyordu.. Krisin ucu, direk Haldun'a dönüktü.. İkisi de fark etmemişti salonun ortasında havada duran silahı..
"Haldun!" dedi Fuat yavaşça.. Haldun kafasını çevirdiği anda gözleri büyüdü.. Fuat sanki havada duran silahı iter gibi hareket ettirdi elini nazikçe ve kris inanılmaz bir hızla Haldun'a doğru gitmeye başladı.. Haldun o kısa zaman diliminde gözlerini sıkıca kapattı ve dizlerine kapattı kafasını.. Ve o sırada herkes sorularına cevap buldu... Açık mavi, yarı şeffaf bir yarım küre oluştu Haldun'un ve Cem'in çevresinde ve krise kadar geldiğinde kris bu küreye çarpıp sekti.. Daha yere düşmeden Fuat tekrar kontrolünü kazandı krisin ve estetik bir şekilde düşen krisi yumuşak bir manevrayla eski seviyesine getirip raftaki yerine koydu...

"Sanırım az önce sorduğunuz soruların cevaplarını aldınız çocuklar! Şimdi eğer merak ettiğiniz başka birşey yoksa yavaştan şu işi halledelim ve Levi'yi bir an önce bulalım..."

Adamlar şoktaydılar.. Demek ilaçla beraber güçleri geri gelmişti.. Artık kesinlikle durdurulamazlardı.. Ekip bir araya geldiği zaman, yeterli ilaç ve malzemeyle yenemeyecekleri kimse yoktu.. Herşey onların elindeydi artık.. Şimdi oyunun kurallarını yeniden yazabileceklerdi..

Apartmanın kapısının önünde duruyorlardı.. Yerler ıslaktı bir önceki geceden ve yeniden başlamıştı yağmur inceden.. Üç adam sağa sola baktılar, birbirlerine baktılar, Haldun ceketinin yakasını kaldırdı, Fuat ceketini üstünde silkti bir defa ve bileklerini düzeltti, aralarında en ciddiyetsiz duran Cem ise sweatshirtün kapşonunu kafasına geçirdi.. Yavaşça karşıya geçtiler.. Dört araba geçtiler, ikisi beyazdı arabaların diğerlerinden biri kırmızı ötekisi metalik griydi.. Beşinci araba siyah bir BMW idi.. 116i, 5 kapılı bir BMW.. Sanki herşey normalmiş gibi arabanın çevresine geçtiler herkes kapıların başına geçti.. Cem bir saniye gözlerini kapattı.. Sonraki sahne kapının kilitleri açılmış ve alarmı çalmamıştı.. Hepsi gayet dopal bir biçimde arabaya geçtiler.. Sanki araba onların gibi rahatça kuruldular koltuklara.. Hepsinin içinde çocukça bir heyecan vardı.. Yaptıkları şey onlara bir iki saniyeliğine keyifli gelmişti.. Cem sürücü koltuğunda, Fuat onun yanında, Haldun ise arkada oturuyordu.. Plana göre önce Gümüşsuyu askeri hastanesine gideceklerdi, eğer Levi oradaysa onu alacaklardı, eğer yoksa nerede olduğunu öğreneceklerdi, ha tabi birileri onları durdurmaya ya da sorgulamaya kalkarsa anında infaz edeceklerdi o kişiyi... Arabanın içinde bir süre sessizce oturdular.. Arabaya girmek sorun değildi ama çalıştırmak... Cem arkaya dönüp Haldun'a "Abi, sen düz kontak yapmayı biliyor musun?" dedi.. Haldun bir an için kalakaldı.. "Yani çok eskiden yapmayı öğrenmiştim ama.. Bu araba yeni belki sistem değişmiştir, ne bileyim belki düz kontak engelleyici bir sistem gelmiştir.." "Denemek zorundasın Haldun, şu anda daha iyi bir çözüm yok.." dedi Fuat kararlı bir ses tonuyla.. Haldun ve Cem yer değiştirdiler.. Haldun arabayı kurcalamaya başladı.. Bir gidip kaputu açıyor orada birkaç birşey yapıyor sonra dönüyor içeride birşeyler yapıyor ama arabada bir değişiklik olmuyor... On dakika kadar uğraştıktan sonra arabanın sahibi uzaktan bağırarak koşmaya başladı.. 30 35 yaşlarında hafif göbekli, iyi giyimli bir adamdı üstlerine gelen.. Haldun onu görünce arabanın kaputunu kapattı, içeridekilere çıkmaları için ön camdan işaret etti.. Üçü de arabanın önünde adamın yanlarına gelmesini bekliyorlardı..

"Lan arabamı mı çalıyordunuz lan?! Bekleyin burada polisi çağırıyorum şimdi! Sıçtım ağzınıza!"
Üç adam da ses çıkartmadılar.. Sadece izliyorlardı.. Adam cep telefonundan polisi aradı.. Polisle konuşurken adamlara arkasını dönmek gafletinde bulundu.. Haldun tereddüt etmeden ense köküne yumruğunun altıyla vurdu.. Adam önce telefonu elinden düşürdü sonra da yavaşça yere düşerken Haldun yakaladı onu.. Bayılmıştı sadece.. Adamın cebinden arabanın anahtarlarını aldılar.. Kaldırımdaki banka oturttular ve üstüne Haldun ceketini verdi..

Tekrar arabaya bindiler.. Cem, anahtarla arabayı çalıştırdı ve Taksim'e doğru yola çıktılar.. İlk hedef Gümuşsuyu Askeri Hastanesi... "Umarım, Levi hala sağ sağlim hayattadır.. Umarım onu bulmak çok zor olmaz... Kökle hadi Cem! Kurtarmamız gereken bir ortağımız var.. Bir dostumuz var kurtarmamız gereken..."

14 Ekim 2008 Salı

bölüm 5

xxxxxxxxxx

"16 ekim 1988

Cem'in gösterdiği gelişim diğerlerinden çok daha farklı. Hepsi bireysel yetiler geliştirmesine rağmen o, hem kendi için bir yeti geliştirdi, hem de ekibe faydalı bir güç geliştirdi. İki aylık çalışmamız dün akşam saatlerinde meyvesini verdi. Güçlerini artık kendi iradesiyle kontrol edebiliyor. Diğerleri henüz bunu tam olarak başaramdı. Hatta hala güçlerini kazanamayanlar bile var.. Levi ve Sarp hala sıradanlar. Onları gruptan çıkartmam gerekebilir. Belki Levi işime yarayabilir, Teşkilat için faydalı birisi haline gelebilir. Ama Sarp'ı ortadan kaldırmamız gerekir... "

Odanın kapısı çaldığında Suzan kayıt cihazının durdurma tuşuna bastı.

"Buyrun!"

Kapı aralandığında gözüken kişi Cem'di.

"Gel Cem, bende seni bekliyordum." Cem yavaşça yürüyüp, koltuklardan birine bıraktı bedenini..

"Buyrun Suzan hanım, emrettiğiniz gibi çalışmamdan hemen sonra geldim. Yalnız çok yorgunum o yüzden lütfen konuşmayı kısa keselim."

Cem ilk gün Suzan hanımı gördüğünde çok korkmuştu ondan fakat çalışma sürecinde ve ilaç'ın etkisiyle ziyadesiyle değişti bu görüşü.. Artık ondan korkmaktan çok ondan tiksiniyordu ve bu sayede onunla istediği gibi konuşuyordu..

Suzan hanımsa aldırmıyordu Cem'e ve küstahlıklarına.. O bu kadar basit duyguları önemsemezdi. O'nun için önemli olan tek şey Teşkilat'tı, içindeki insanların tavırları değil..

"Cem, seni bizzat tebrik etmek istedim.. Grupta gücünü kontrol eden ilk kişi sensin. Bunu başarabildiğin için seninle gurur duyuyorum ve tabi kendimle de gurur duyuyorum.. Sonuçta sendeki ışığı gördüm ve senin ayrı bir eğitim almanı sağladım.. Bak ne güzel sonuçlarla geldin karşıma.. Bir de bana kızardın o karanlık odada seni saatlerce bıraktığım için.. Hala kızgın mısın bana??"

Cem hafifçe doğruldu.. Dirseklerinden birini koltuğun kolçağına diğerini ise dizine koydu.. Tehdit etmeye hazırlanan bir gencin hamlesiydi bu.. Acemice ama yine de tehditkar..

"Suzan! Bu odada olan bütün izleme ve dinleme cihazlarını bozabilirim ve bunun farkına bile varmassın.. Sonra da seri bir hamleyle üstüne doğru atlarım ve bu hamleyi gerçekleştirirken sümenin üzerinde duran mektup açacağını da alırım ve senin boynuna saplarım.. Eğer ordan ölmenin uzun zaman alacağını fark edersem gerekiyorsa bütün vücuduna saplarım onu.. Ve bunları yaparken inan gözümde bir gram korku ya da tedirginlik göremezsin.. Bana yaptığın onlarca işkenceyi sana ödeterim.. Ama kızgın mıyım?? Yo, hayır.. Hislerim kızgınlıktan çok öte.. Belki doğru kelime ... Nefret olabilir..."

Korku bu sefer Suzan'ı etkisi altına almıştı.. İliklerine kadar hissediyordu bunu.. Kocaman koltuğunda ufacıktı şu anda..

Cem cümlesini bitirdiğinde gözlerini bir süreliğine kapattı ve sonra aynı dediği gibi bir hamlede yerinden kalkıp mektup açacağını kavradı. O sırada tiz bir kadın çığlığı geldi kulağına, suzan gözlerini sıkıca yummuş kafasını da omzuna çevirmişti ama hareket edemiyordu. Cem mektup açacağını çevirip sümene sapladı. Suzan önce tek gözünü açtı, ölmediğinden emin olunca da diğerini.

Cem kapının önünde, çıkmak üzereydi Suzan gözünü açtığında..

"Bunun için ceza alacaksın Cem!" diye haykırdı Suzan arkasından.. Bunu duyan Cem bir an duraksayıp kafasını hafifçe yana çevirdi..
"Beni cezalandırmaya cesaret edemezsin.. Dene ve sonuçlarına katlan kadın!" Cem cümlesini bitirdi, bir saniyeliğine gözlerini kapattı ve kapıdan hızlıca çıktı..

Şimdi Suzan ofisinde oturuyor ve sümenine saplanmış mektup açacağına bakıyordu.. Birisi odasındaydı, tartışmışlardı sanki sonra bir kavga yaşanmıştı sanki.. Ama kimle yaşamıştı bunu?? Kimdi ona saldıran?? Olaylar yerli yerinde olmasına rağmen öznesi kayıptı bütün olayların.. Telefonu kaldırdı ama arama tonu yoktu telefonda. Sanki bozulmuştu bir anda..

"Cem..." dedi kadın sessizce "Demek gücünü kullanmanın yeni yöntemlerini de buldun, elektronik aletlerden sonra şimdi de insanların hafızaları ha! Vay be..." Suzan hayretler içindeydi.. Artık ekip durdurulamazdı.. Artık kimse onları hatırlamayacaktı.. Odadan çıkıp başka bir telefon aradı.. Bu haberi üstlerine ivedilikle bildirmeliydi...

xxxxxxxxxxxxx

Yüksek tavanlı evin cumbasında iki adam karşı karşıya oturuyordu yine.. Gecenin ortasında karanlığa bakıp susuyorlardı sadece.. İçeriden, banyodan gelen duş sesi dışında sessizdi ortam.. Çıt çıkmıyordu..

"Fuat sence ne oldu Cem'e??"
"Hiçbir fikrim yok.. Belki ilaç'ın yan etkisidir, belki de sadece yanlış kararlar almıştır.. Bilemiyorum.. Aklım karıştı.. O'nu öyle görünce.."
"Haklısın. Çok garip oldum ben.. En küçüğümüz ne hale gelmiş.."
Fuat bir an duraksayıp kafasını banyonun olduğu tarafa çevirdi.. Su sesi kesilmişti.
"Bitmiş olmalı banyosu ona kıyafetleri getireyim ben.. Benim oğlanın kıyafetleri olacaktı.. Gerçi biraz genç işi ama.. Bu evde ona uygun tek beden oğlanınki.." kendi kendine söylenererk odaya doğru yürüdü..
Oğlunun odasına girdi.. Herşey düzenliydi.. Uzun zamandır gelmemişti oğlu.. Fuat da odasına girmemişti uzun zamandır.. Girdiğinde hüzün çöktü üstüne.. Alelacele bir kaç tane kıyafet çekip aldı dolabından.. Ve hiç zaman kaybetmeden çıktı odadan, kaçarcasına..
Fuat ve Cem aynı anda kapıları kapadılar.. Cem, Fuat'a minnetle bakarken Fuat kıyafetleri verdi ona.. "Giy hemen üşütmeyesin.. Salondayız biz.." Bornozlu kısa adam, kıyafetleri alıp tekrar banyoya geçti..

Çok geçmeden salonun kapısında belirdi Cem.. Üzerinde kapşonlu bol siyah bir sweatshirt - kırmızı bir graffiti vardı baskıda..- altında da bol bir kot pantolon vardı.. 38 yaşındaki adam genç bir çocuk gibi duruyordu.. Temizlenmişti, sakallarını kesmişti.. Resmen parlamıştı.. Üzerindeki kıyafetlerle komik göründüğünü düşünse de yinede düzgün giyinmiş olmak bile yeterliydi..

Cumbadaki iki adam kapıya baktılar.. Bir an bütün olanları, herşeyi unuttular ve gülümsediler.. Cem'i o halde görünce gülmelerine engel olamamışlardı.. Cem de gülmeye başladı.. Yavaşça yanlarına geldi eski ortaklarının, arkadaşlarının...

"Anlat evlat! Ne geldi başına.. Ne oldu sana.. Nasıl bu hale geldin??" diye kesti gülüşmeleri Fuat.
"Ben.. ben.. bilmiyorum abi.. Sanırım bir yan etki..." duraksadı Cem.. Boğazını temizledi..
"Teşkilat lav edildikten sonra, bi iki ay içinde beklenmeyen etkiler oluşmaya başladı bende.. Belki sizde de olmuştur bilmiyorum.. Önce işsiz kaldım.. Hergün gittiğim şirkette, kendi kurduğum güvenlik şirketinde, kimse beni tanımaz oldu.. Kimse beni tanımıyordu.. Kim olduğumu sorduklarında, sahibi olduğumu söylüyordum ama inanmıyorlardı ve güvenlikler beni dışarı atıyordu.. Birkaç defa böyle oldu.. Tam buna bir çözüm ararken evsiz kaldım.. Ev sahibim bir gün eve bakması için birilerini getirdi.. Ben evdeyken.. Sonra bana kim olduğumu sordu.. Ben de yıllardır onun evinde kaldığımı söyledim.. İnanmadı bana.. Kontratı getirdim.. Sahte dedi.. Evi bana kiraladığını hatırlamadığını söyledi.. Polis zoruyla evden çıkartıldım.. Bankadaki hesabıma ulaşmaya çalıştığımda hiçbir hesapta adımın gözükmediğini söylediler.. Ve sonra beş parasız, evsiz, işsiz, arkadaşsız kaldım.. Sizlere de ulaşamadım.. Karşıma çıkmanız yıllardır yaşadığım tek iyi olaydı.. yaklaşık iki yıldır evsizim.. öyle olmalı.. belki daha fazladır.. ama az değil..."

Kanı donmuştu Haldunla Fuatın..

"Bunu onlara ödetmeliyiz.. O lanet herifler sana yaptıklarının cezasını çekmeliler.. İşte bunu anlatmak istemiştim sana Haldun.. Bu çocuğun bu hale gelmesini sağlayanlar o itler.. Onların hepsi, bütün Teşkilat cezasını çekmeli.. Artık Cem de yanımızda olduğuna göre, bizi farketmezler bile.."

"Bir dakika, bir dakika.. Tam olarak neyden bahsediyorsun sen papaz.. Ne planlıyordunuz??"
"Teşkilat'a saldırıyoruz Cem. Seni bulduğumuzda Depoya gidiyorduk.. Yeterli ilacımız ve mühimmatımız olduğu zaman bütün ekibi bulacak ve Teşkilat'a saldıracaktık... Seni daha önce bulduk.. Ki bu da iyi birşey artık daha rahat hareket edebiliriz.."
"Saçmalama Fuat! Onlara karşı hiçbir şansımızın olmadığını bilmiyor musun?? Daha kapıya varmadan vururlar hepimizi.. Kimbilir bizim takım lav edildikten sonra neler geliştirdiler.. Haldun bile koruyamayabilir bizi.. (Haldun bu son cümleye biraz kırılmıştı ama haklıydı Cem o yüzden sessiz kalmaya devam etti) Sakın beni bu işe bulaştırmayı düşünme.."
"Asıl sen saçmalama Cem!" Gürlemişti resmen Fuat. "O itler hepimizin hayatını cehenneme çevirdi.. Önce kendi pis işlerini bize yaptırdılar, üstelik vatanseverlik duygularımızla oynadılar, sonra da biz hastalanınca bizi ölüme terkettiler.. Halimize bak.. Ne hallere gelmişiz.. Kimbilir diğer çocuklara ne oldu?? Levi, Sarp, Sonat, Tolga... Hem kendine bir bak.. Evsizlik daha mı iyi ölmekten? En azından onurunla öleceksin savaşarak.. Açlıktan ölmektense, çarpışarak öleceksin.. Eğer ölmezsek de öcünü almış huzurlu bir adam olacaksın.. Şimdi söyle bakalım.. Hala bulaşmamak mı istiyorsun bu işe??"

Cem afallamıştı.. Fuat konuşurken kimi zaman sinirlendi, kimi zaman heycanlandı, kimi zaman üzüldü ve bolca düşündü.. Bir karar verdi...

"İhtiyacımız olan şey bolca ilaç.. Bir de minibüs.. Yedi kişi ve techizatlarla rahatla sığabileceğimiz bir araç.. Siyah olsa da fena olmaz.. Öleceksek eğer şu işi düzgün yapalım.. Biraz şeklimiz olsun.."dedi ve gülümsedi Cem... Fuat rahatlamıştı.. Haldun heyecanlıydı..
"Avucunu aç!" dedi Fuat.. Bu artık bir ritüel olmuştu.. Sanki yeniden doğuyordu çocuklar bu sahneden sonra..
Cem avucunu açtı.. İki sarı hap düştü.. Bir süre haplara baktı Cem.. Sonra bir çırpıda yutuverdi.. Su bile kullanmadı.. Derin bir nefes aldı.. Sanki ilk defa nefes alıyordu..

"Duyduğuma göre Levi hastaneye kaldırılmış.. Askeri bir hastaneye.. İstanbul'da kaç askeri hastanede Levi adında birisi olabilir ki hızlıca bulabiliriz onu.." dedi Cem boşluğa bakarak..
"Nereden biliyorsun bunu?" dedi Haldun.. Bütün gece ilk defa konuşmuştu..
"Sokakta kaldığında ve kimse seni tanımadığında hatta kimse seni görmediğinde, eğer kulakların keskinse çok fazla şey öğrenirsin.. Hemde çok fazla..."
"Sabah ilk iş yola çıkıyoruz o zaman.. GTT 7 bir araya gelmeye başlıyor.."

16 Eylül 2008 Salı

bölüm 4

"Üstümü değiştiriyorum sonra hemen ayrılıyoruz buradan.." Fuat hemen odaya gitti.. Birkaç gündür aynı kıyafetleydi hemen üstünü değiştirdi.. Bir kot giydi altına açık mavi üstüne bir siyah balıkçı kazak.. Saçlarını düzeltti aynanın karşısında.. "Hadi bakalım" dedi aynadaki yansımasına bakarak.. Hızlıca çıktı odadan, botlarını giydi, deri montunu aldı. Haldun çoktan hazırlanmış kapıda bekliyordu onu.. Fuat çıkmadan Haldun'a baktı.. Omuzlarından tuttu ve sıktı.. "Teşekkür ederim" dedi.. Kapı açıldı iki adam kararlı bir şekilde evi terkettiler..

Apartmandan çıkar çıkmaz Fuat bir sigara yaktı.. Seri adımlarla karanlıkta kayboldular.. Fuat'ın motoru iki sokak aşağıdaki otoparktaydı.. Otoparka kadar hiç konuşmadılar.. Haldun, komutanına güvenirdi.. Her zaman en iyi planları yapardı.. Ve o plan yaparken onu rahatsız etmek istemezdi.. Bu yüzden otoparka giderken ağzını bıçak açmadı ikisinin de..

Otoparka geldiklerinde küçük bir kulubeden bir adam çıktı..

"Buyrun!"
"Motorumun anahtarını alabilir miyim?"
"Hangisiydi abi?"
"Zaten bir tane motor var burada, ne diye abuk subuk sorular soruyorsun.. Anahtarımı ver acelem var.. Al işte paran" adamın eline bir ellilik verdi. Adam bu azara bozulmuştu ama takışmak istemiyordu.. Çelimsiz birisiydi ve şu anda otoparkta yalnızdı.. Hemen gidip anahtarı bulup getirdi.. Suratına bile bakmadan anahtarı verdi..

Fuat'ın motoru bir KTM 690 Duke'tü.. Asfaltta gitmek için daha iyi bir motor bulamazdı kendisine.. İnanılmaz bir keyif veriyordu ona bu motor.. Aradığı şey onun için hızdan önce sağlamlıktı ve aradığı aşkını (!) bulmuştu bu motorla..

Haldun ile beraber motora ilerlediler.. Gecenin karanlığında kaybolan siyah motorun yanına geldiler. Fuat binip çalıştırdıktan sonra manevrasını yaptı, ardından Haldun bindi arkasına.. Birazdan bu otoparktan çıkacaklardı ve geri dönemeyecekleri bir yola gireceklerdi.. Haldun bir an için yaptıklarını sorgular gibi oldu.. Gerçekten bütün ekibi toplayabilecekler miydi? Topladıkları zaman gerçekten Teşkilat'ı yok edecekler miydi? Gerçekten Teşkilat peşlerinde miydi? Tam bunları düşünürken artık çok geç olduğunu anladı, altlarındaki demir at tozu dumana katarak büyük bir hızla yola çıktı..

Fuat deli gibi kullanıyordu.. Trafiğe dikkat etmiyordu.. Gerçi yolda çok fazla araç yoktu ama sonuçta bu kadar riske girerlerse onları Teşkilattan önce bu yol öldürecekti.. Köprüye geldiklerinde yol önlerinde iyice boştu ve Fuat motorun sınırlarını zorlamakta kararlıydı.. Sonuna kadar yükleniyordu gaza.. Yolun çevresi ışık hüzmesinden başka birşey değildi artık.. Sanki ince bir ip üstünde gidiyorlardı üstelik.. Haldun iyiden iyiye korkmaya başlamıştı.. Neyse ki köprünün sonuna geldiği zaman biraz yavaşlamıştı.. Artık normal bir hızda seyir etmekteydiler.. Arnavutköy'e kadar hiç durmadan gittiler..

Sahilde, motorla kaldırıma çıktılar ve motordan indiler.. Saat gece 00:34'tü.. Soğuk hava sanki ağırlaşmıştı.. Sanki bütün korkularıyla beraber ve bütün gerçeklikle beraber ağırlaşmıştı üstlerinde.. Kaldırımdan karşıya geçtiler.. İki tane balıkçının arasındaki arnavutkaldırımlı yokuştan yukarı çıkmaya başladılar.. Sahilden otuziki adım sonra yağmur yağmaya başladı.. önce çiseleyen yağmur çok geçmeden bir sağnağa döndü.. Önlerinde sağ tarafta eski ve terkedilmiş bir ahşap köşk vardı.. Hemen o evin verandasına gidip yağmurdan korundular.. Fuat'a göre bu yağmur çabuk dinecekti ve bu sürede biraz dinlenebilirlerdi.. Beklenmedik bir anda gelen bir telefon sesiyle iki avcı da irkildi... Fuat'ın telefonuydu çalan..

Gelen Çağrı : Mine Lise

Telefonu tereddüt etmeden kapattı. Ardından bir daha çaldı telefon. Yine Mineydi arayan.. Mine iki defa aramazdı; eğer arıyorsa bir endişesi vardır... Dayanamayan Fuat telefona cevap verdi..

"Efendim!"
"Merak ettim seni, nerdesin canım??" sesi endişeliydi küçük kadının.. sanki daha da küçüktü bu akşam kadın...
"Bi' arkadaşımla beraberim.. N'oldu?"
"Nerdesin canım? Evde yalnızım yanına gelmek istiyorum.."
"Arnavutköyde arkadaşın evindeyim.. Ararım seni Taksime geçince"
"Peki canım.." uysallaşmıştı kadın.. Ama üzgündü...
Fuat görüşmeyi sonlandırdı.. Sonra da telefonu kapattı ve elinde bir defa döndürdükten sonra cebine koydu..
Yağmur hala bütün şiddetiyle devam ediyordu.. Birer sigara yaktılar.. Yoldan kimse geçmiyordu.. Bir kedi bile yoktu o yağmurda sokakta..
Daha sigaralarından iki nefes bile almamışken ilerideki yol ayrımından bir evsiz adam çıktı.. Altında parçalanmış siyah bir pantolon, kafasında artık sökülmüş ve yırtılmış bir bere üzerindeyse çıplak ve isli siyah bedeniyle neredeyse bir olmuş çöp poşeti vardı.. Ayakları ise çıplaktı adamın.. Hafif sendeleyerek ahşap eve doğru ilerliyordu..
İki adam da yolda tek dikkat çeken şey olan evsize bakıyorlardı.. Bir sonraki hamlesini düşünüyorlardı.. Biraz adama acıyorlardı.. Yüzlerinden bile okunabilirdi bu acıma duygusu.. Tam o sırada, tam adama acıdıkları sırada, tam adama daha dikkatli bakmaya başladıkları anda, Haldun'un gözleri büyüdü.. Birşey söyleyecekmiş gibi oldu önce, ağzı açıldı.. Sonra kontrol etmek ister gibi tekrar daha dikkatli baktı.. Kafasında adamı temizledi, düzgün kıyafetler giydirdi, sakallarını kesti..

"CEM!" diye haykırdı bir anda.. Tanıdık birisine seslenmekten çok, bir insanı farkında olmadığı bir tehlikeye karşı uyarır gibiydi.. Fuat bu tepkisine önce kızdı.. Tam paylayacaktı ki Haldun'u, adam dönüp onlara baktı ve yağmurun altında donakaldı ve işte o sırada Fuat'ın da dikkatini çekti adam tam olarak..
"Cem?!" dedi Fuat, tereddütlü bi sesle..
Adam sadece bakıyordu inanmaz bir hali vardı olanlara..
"Haldun?? Papaz??"
"Cem bu! Komutanım Cem bu!"
iki adam da evsizin yanına koştu.. Haldun Ceketini çıkartıp adamın sırtına verdi ve onu sarmalayarak verandaya aldılar tekrar..
"Cem ne oldu sana?? Nasıl bu hale geldin sen?? Neden bize ulaşmadın??" diye soruları sıralamaya başladı Fuat..
Adam hiçbirşeyin farkında değildi sanki.. Sanki aynı dünyaya ayak basmıyorlardı.. Sanki onların yanında değilmiş de daha çok bir rüyadaymış gibi yavaş tepkiler veriyordu.. Kendini sarmalayan iki adama bakıyordu sırayla.. Bir anda dondu.. Ağlamaya başladı... Uzun zamandır bu anı beklemişti... Birilerinin onu hatırlamasını istemişti... Ve şimdi iki kişi onu tanıyordu.. Üstelik ismini bile hatırlıyorlardı...

xxxxxxxx

Cem, en gençleriydi.. O odadaki yedi çocuktan en genci.. Onsekiz yaşındaydı.. Liseyi daha yeni bitirmişti.. Ama o dersliğin içinde kimsenin eğitim düzeyi önemli değildi.. Kimsenin yaşı önemli değildi.. Önemli olan, Teşkilat'taki başarıları ve başarısızlıklarıydı.. Onlar özeldiler.. Onsekiz yaşındaki bir genç için özel olmaktan daha önemli birşey olamazdı.. Teşkilat, Savaş, Başarı.. Bunlar o genç çocuk için sadece birer anlamsız kavramdı.. Ta ki Edip Silahtar'ın o dersini alana kadar.. Derslikten çıktığı zaman Cem de diğer arkadaşları gibi düşünceler içindeydi.. Ama tam olarak da algılayamamıştı olan biteni.. Fuatla konuşmak istiyordu.. Ama yanına gitmeye cesaret edemedi.. Yirmi iki yaşında çakmak çakmak bakan mavi gözleri ve uzun boyuyla ürkütücü duruyordu.. Düşünceli olmadığı zamanlarda her zaman babacan bir tavır içindeydi.. Hatta kendinden büyük olanlar bile onun yanında hep özledikleri baba şefkatini bulabilirlerdi.. Sonuçta hepsi aile özlemi çeken, ailenin tadına varamamış öksüz ve yetim çocuklardı...
Yatakhaneye vardıklarında- daha çok büyük bir odaydı burası, yedi tane beyaz takımlı yatak nizami bir şekilde sıralanmıştı, bütün yataklar temiz ve topluydu, odanın üç tane büyük penceresi vardı ve bunların ortalarında dörde bölen ahşap şeritler vardı.. odada bir adet uzun masa ve yedi iskemle vardı.. Masada üç tane küçük lamba vardı.. Bir kitaplık vardı duvardan duvara ve tavana kadar kitapla dolu olan..- hepsi yataklarının üzerinde birer siyah ilaç kutusu buldu.. Hiçbirşey yoktu başka.. Ne bir not, ne bir prospektüs... Kutuyu eline ilk alan Cem'di.. Kapağın üzerinde "12/1 enf. 24/6 " yazıyordu... Çocuk anlamadı..
"Abi burada yazanın anlamı ne?" dedi Fuat'a..
"Oniki saatte bir düzenli alacaksınız.. Eğer ihtiyaç olduğunu hissederseniz yirmidört saatte en fazla altı tane alabilirsiniz.. Daha fazlası sizde ne gibi bir etki yapar bilmiyoruz o yüzden bunu denemeyin" bir kadın sesiydi..
Ses arkalarındaki kapıdan gelmişti.. Bir anda yatakhanede buz kesti.. Cem ve bütün çocuklar kapıya dönüp baktılar.. Kim olduğunu biliyorlardı.. Yani şahsen hiçbiri tanımıyordu onu.. Burada bir haftadır vardı bu çocuklar.. Ve bir haftada o kadının önemli biri olduğunu anlamak için yeterli bir süreydi..
Sıkıca toplanmış saçları topuz yapılmıştı, bir takım elbise giyiyordu - gri bir etek ve ceket.. ceketin hatları yuvarlaktı ve bu hatları beyaz bir şerit takip ediyordu.. Ölü beyazı teni, çökük göz yuvaları ve çıkık elmacık kemikleriyle beraber bu kadın gerçekten ürkütücüydü..
"İsmim Suzan.. Sizden sorumlu olan kişiyim.. Sizin bütün gelişimlerinizi bizzat ben takip ediyor olacağım.. Bir sorunla karşılaşırsak ben size yardım edeceğim.. Herşey tamamen benim kontrolümde gerçekleşecek.. Şimdi çocuklar lütfen masanın üzerindeki suyla beraber ilk haplarınızı alın.." Kullandığı lütfen kelimesi o kadar yersizdi ki, zira rica etmekten çok emir veriyordu oradaki çocuklara..
Hiçbir çocuk karşı gelmedi ve hepsi ilacını aldı.. Kadın mutlu bir ifadeyle kafasını salladı ve tek bir hamlde arkasını döndü.. Tam kapıdan çıkarken bir an duraksadı.. Arkasını dönmeden " Cem yarından sonra senin eğitimin, diğerlerinden farklı bir yön izleyecek.. Sabah ilacını aldıktan sonra beni bul!" dedi ve çıktı.. Kadını o günden sonra çok fazla görmediler.. Ama o günden sonra görmedikleri tek kişi o değildi..
Cem'i o günden sonra sadece gece yatma saatinde yatakta gördüler.. Her gece inanılmaz yorgun bir şekilde gelirdi yatakhaneye ve direk yatardı.. Tam olarak bir hayalet gibiydi.. Konuşmuyordu, yürümüyordu sanki süzülüyordu.. Sürekli ifadesiz bir yüzü vardı.. Bir gölge gibiydi ya da.. onun orada olduğunu anlamak çok zordu çocuklar için.. Ama yine de Cem onlara bir şekilde bir güç veriyordu.. Sanki Cem onların yanındayken daha güçlü oluyorlardı...
Tek sorun Cem ne zaman gelse tek eğlenceleri olan radyo bozuluyordu... Ama hiçbir radyo bir arkdaştan önemli değildi...

xxxxxxxxxx

"Oğlum anlatsana ne oldu sana böyle?" Fuat sinirlenmişti..
"Komutanım! izninizle! İşinize karışmak istemem ama planımızı ertelesek ve arkadaşımızı eve götürsek.. Sizce de daha iyi bir hamle olmaz mı??"
Fuat bir an bozuldu.. Ama sonra durumu hemen toparladı..
"Haklısın! Sen hemen bir taksi çevir ve beraber kadıköye geçin ben de arkanızdan motorla geleyim"
Cem şoktaydı.. Mutlu olduğunu hissediyordu ama tepki veremeyecek kadar şaşkındı.. Biraz sonra beraber taksiye bindiler.. Taksici önce evsiz adamı almamak için ısrar ettiyse de Haldun'un ısrarı üzerine kabul etmek zorunda kaldı - zira taksicinin ,tabiri caizse, bir sıkımlık canı vardı Haldun'a göre.. -
Önde bir taksi arkada bir motor gecenin karanlığında ıslak asfaltta yansıyan sokak ışıklarının arasında kendilerine bir yol buldular ve boğazın üzerinden geçtiler.. Kadıköye geldiklerinde saat 02:23'tü.. Yağmur dinmişti artık.. Hafif bir toprak kokusu yayılıyordu havaya..

7 Eylül 2008 Pazar

bölüm 3

Papaz, ilerideki bir taksi durağına yola koyuldu.. Aklı karışıktı.. Şu anda ne yapması gerektiğini bilmiyordu.. Birileri peşinde olmalıydı.. Onu yakalayacaklar mıydı? Yoksa öldürecekler miydi? Onlara karşı koymak zorundaydı.. Ama bunu tek başına yapacak güçte değildi. Eski arkadaşlarından bazıları ona yardım edebilirdi belki de.. Ya da kimse ona yardım etmeyebilirdi, sonuçta kimse kendi kellesini riske atmak istemez..


Durakta birkaç taksi vardı.. Gün hafifçe ağırmaktaydı. Taksi durağındakiler artık vardiyalarının sonuna yaklaşmışlardı, bütün bir geceyi gerilerinde bırakmışlardı ve çok yorgunlardı.. Gün ışığı ön camdan içeriye giriyordu ve havada uçuşan tozların üzerinde kendine yollar yapıyordu..


"Bir taksi istiyorum, sırada hangisi var?"


"Geç abi 26 numara.." "26 hadi sıra sende"


Adam homurdanarak yerinden, yarı uyku halinden çıkarak, kalktı ve arabasına yöneldi.. Eski bir Şahindi.. Şöför daha arabaya gelmeden Fuat arka koltuğa oturmuş, kravatını çıkartmış ve çantasının sapına bağlamıştı.. Fuat yorgundu.. Adama yolu söylemeden uyumamak için zorluyordu kendisini..


"Kadıköy'e" dedi Fuat ve uykuya daldı..





Gözünü açtığında güneş artık doğmuştu.. Şöyle bir saatine baktı saat yediyi gösteriyordu.. Kadıköy'e gelmişlerdi. Rıhtımda indi.. İnsanlar işlerine, okullarına gidiyorlardı.. Bir temizlik arabası vardiyaya yeni çıkmıştı, yolları süpüryorlardı.. Fuat yavaş yavaş, uyku sersemi bir şekilde yürümeye başladı.. Işıklarda oniki saniye bekledi, karşıya geçip evine gitti...





Eski, yüksek ahşap kapısını açıp içeri girdi.. çantayı bir kenara fırlattı.. Ayakkabılarını çıkarıp salona geçti.. Salonda en sevdiği şey bir cumbası olmasıydı.. Cumbanın duvarlarına bir sedir yaptırmıştı.. Sedire geçip uzandı ve yeniden uykuya daldı.. Biraz rahatlayabileceği tek yerdi burasıydı..




Uyandığında hava kararmıştı.. Pencereden içeriye sokak lambalarının ışıkları süzülüyordu.. karanlık oda hafif bir mavilikle kaplanmıştı.. Saate baktığında 9a geliyordu yavaştan.. Sedirde doğrulup kafasını ellerinin arasına gömdü.. Herşeyle yeniden mücadele edecekti.. Ama tek başına kimseye karşı koyamazdı.. Yardım istemeliydi.. Belki Haldun onun için doğru seçim olacaktı.. Telefonunu aldı ve numarayı tuşladı.. Büyük beklentiler içindeyken telefondan gelen bağlantı tonunu dinliyordu...

xxxxxxxx

Haldun, arkadaşı Fuat gibi, orta yaşlı bir adamdı.. Fuat'tan bir iki yaş daha gençti hatta.. uzunca boylu ve oldukça kiloluydu.. Uzun saçlarını yıllar önce rastalatmıştı.. Eski zamanlarda, ilaç'a başlamadan önce mutlu bir adamdı.. Çok fazla arkadaşı vardı.. Bütün arkadaşlarıyla eğlenirdi.. İnsanlara sorulduğunda en akılda kalıcı özelliği nedir diye herkes ağız birliği yapmış gibi "hawaii gömlekleri, mavi camlı güneş gözlüğü ve her zaman yüzündeki o muhteşem tebessüm" derlerdi.. Ta ki ilaç'a başlayana kadar.. O günden sonra 2 ay içinde çevresinden herkesi uzaklaştırdı.. Daha doğrusu onlar uzaklaştılar.. Kimseye farklı davranmamasına rağmen çevresinde kimse kalmadı.. Sadece 6 iş arkadaşı yanındaydı onun.. ve artık uzun zamandır o arkadaşlarıyla da görüşmüyordu.. Artık tamamen yalnızdı..

xxxxxxxxx

"Alo, Haldun?"

"Buyrun benim.. Kiminle görüşüyorum?"

"Ben Fuat.. Teşkilattan.. Sana ihtiyacım var.."

"...."

"Haldun.. Haldun...??"

"Buradayım.. Emirlerinizi bekliyorum.."

"Beni yüzüstü bırakmayacağını biliyordum. Hemen Kadıköy'deki evime gel. Hepimiz tehlikede olabiliriz.."

"Emredersiniz.. yaklaşık varış sürem 45 dakika.."

Telefon Papaz'ın suratına kapandı. Yeniden komutanın başında olmak onu mutlu etmişti.. Daha çok egosu kabarmıştı.. Şimdi bir plan yapmalıydı.. Bir karar almalıydı.. Önce hatırlamalıydı ama.. Hafızasından sildiği bütün bilgileri hatırlamalıydı.. Bastırdığı anıları, eğitimleri, söylenenleri, güçlerini, zayıflıklarını.. Herşeyi hatırlamalıydı..

xxxxxxxxxxx

Aydınlık bir odadaydılar.. onsekiz ile yirmibeş yaş arasında yedi genç.. tek tek sıralarında oturuyorlardı.. bir masa ve bir iskemle.. yedi genç yeşil tahtanın önündeki adama dikkatle bakıyorlardı.. Adam uzunca bir süre sessiz kaldı.. Ama hiçbir çocuk bu sessizliği bozmadı.. hatta sıkıldıklarını bile belli etmediler..

Bir süre sonra, yaklaşık bir yirmi dakikalık sessizlikten sonra, adam tahtaya ismini yazdı.. "Edip Silahtar"... Bu adam 1,60 boylarında, hafif göbekliydi, saçlarının neredeyse tamamı dökülmüş dökülmeyen kısmı da beyazlamıştı.. Kırçıllı kahverengi, kalın kumaştan bir takım elbise giyiyordu. Sağ koluna taktığı eski altın saat çok göze çarpıyordu ama sol elindeki evlilik yüzüğü o kadar ilgi uyandırmıyordu insanda, zira artık teniyle bir bütün olmak üzereydi o yüzük.. İkinci dünya harbi bitmişti o evlendiğinde.. Ve aynı yılda başladı polisliğe.. Çok geçmeden Teşkilata aldılar..

"Evet çocuklar." Kahvesinden bir yudum aldı.. "Öncelikle şunu unutmayın ki, biz siz nereye gidersiniz gidin, ne yaparsanız yapın sizi izliyor olacağız.. Bizim heryerde gözümüz kulağımız vardır.. Bizden habersiz hiçbirşey yapamazsınız.. O yüzden bizim size verdiğimiz emirlerden başka birşey yapmaya kalkmayın.. Zira sonu sizin için hiç de iç açıcı olmaz.." Edip, yalan söylüyordu... Ama o yaştaki çocukların içine böylesine bir korku salarlarsa onlara hükmetmek daha kolay olacaktı.. Zaten Edip inandırıcı olmak konusunda bir üstaddı.. Ve bütün çocuklar ona inandı.. İçlerinde oluşan dehşet, gözlerine yansımıştı hepsinin.. Birbirlerine bakıştılar.. Hepsi aynı korkuyu birbiriyle paylaştı... "Evet, şimdi derse geçelim.."

Edip, üç saat boyunca tarih dersi verdi.. Yanlı bir tarih anlatıldı elbette.. Tarih dersinden ziyade bir propaganda gibiydi.. Soğuk Savaş hala devam etmekteydi ve ülkelerinin bu durumdan kendini koruması gerektiğini anlattı sonra.. Bu savaş sırasında ne kadar güçlenebileceklerini anlattı..

Herkesin beyni yıkanmıştı.. Kimse çıt çıkartmamıştı.. Edip tam anlamıyla büyülemişti çocukları.. Artık dersi bitirmenin zamanı gelmişti.. "Evet çocuklar artık bugünlük bu kadar.. Şimdi dağılabilirsiniz.. Unutmayın.. Size teninizden daha yakındayız.." Çocuklar dersliği terkettiler ve yatakhaneye doğru yola koyuldular.. Hiçbiri konuşmadı.. Herkes düşünüyordu.. Artık eski güzel günler değil, savaşın, eğitimlerin, tehlikelerin ve izlenmenin olduğu bir dönem başlamıştı onlar için.. Bu yolun geri dönüşü yoktu artık..

xxxxxxxxx

Haldun, iskeleye doğru yola çıkmıştı.. Hızlı hızlı ilerliyordu.. Yüzündeki o meşhur tebessümden eser yoktu.. Kararlı bir avcının bakışları vardı gözünde, yeniden hayata geldiğini hissediyordu.. Papaz ne isterse ona yardım edecekti..

Yolda yürürken çevresinde bir alan vardı ve kimse o alana yaklaşamıyordu.. Eğer kuşbakışı izlersek onu kalabalıkların arasında, daire şeklinde bir boşlukta tüm kalabalığı yırtarak geçtiğini görebilirdik.. İşte onun, şimdiki hayatındaki, laneti.. Ama artık bu onun yeniden bağışlanmış yeteneği olacaktı...

Tam söylediği gibi 45 dakika sonra evdeydi.. Kapının önünde biraz durdu.. Derin bir nefes aldı ve kapıyı çaldı.. Büyük ahşap kapı, yüksek sesli bir gıcırdamayla açıldı.. İçeriden gelen ışık, önce yüzünü ve sonra tüm apartman boşluğunu aydınlattı.. Haldun, Papaz'ı gördüğünde yüzünde bir gülümseme oluştu.. yıllar sonra.. Hemen içeri girdi. Siyah deri montunu çıkartıp astı. Salona geçti.. Ardından Fuat girdi salona..

"Kahve içer misin?"

"Lütfen, sade olsun benimki.."

İki dakika sonra Fuat elinde kupalarla girdi salona.. Haldun o sırada sedire oturmuş, camdan dışarı bakıyordu.. Fuat geline irkildi bir an.. Fuat kahveleri sehpaya bıraktı ve karşısına denk gelecek şekilde oturdu sedire.. Ve hemen, hiç vakit kaybetmeden anlatmaya başladı.. İnsanları nasıl öldürdüğünü, tekrar ilaç'a başladığını, teşkilatın peşine düşme ihtimalini.. Herşeyi anlattı.. Haldun hiç ses çıkartmadan dinledi.. Fuat'a yıllardır güvenirdi.. Ona çok kez yardım etmiştir.. Aralarında iki yaş olmasına rağmen, Fuat onun için bir abidir.. Son yıllarda aklını kaybettiğinden kuşkulanıyordu.. Gerçi anlattıkları da çok akıl karı değildi ama eğer yardım istiyorsa ona yardım edecekti.. Onu yarı yolda bırakamazdı..

"Peki, Papaz.. Benden ne konuda yardım istiyorsun.."

"Onlar bize saldırmadan... Biz onlara saldıracağız.. Onları şaşırtıp, hiç beklemedikleri bir anda tepelerine çökeceğiz.. Bizi tehdit edenleri, bize esir hayatı yaşatanları ortadan kaldıracağız.. İşte o zaman özgür olacağız"

Haldun korkmuştu.. Gerçekten böyle birşeye kalkışmak.. Bütün Teşkilat'ın adamlarını yok etmek.. Bunu başarabilmelerine imkan yoktu.. Daha kapıya gelmeden ölürdü hepsi.. Sahip oldukları güçler onları kurtaramayabilirdi.. Zira artık ekip dağılmıştı ve kimse ilaç'a sahip değildi..

"Haldun, yeniden eski hayatına kavuşmak istemez misin? O mutlu günlerine, insanların senden tiksinmediği, binlerce arkadaşının olduğu o günlere dönmek istemez misin?"

Bu cümleydi Haldun'u düşüncelere iten.. O günleri anımsadı.. Yıllardır unuttuğu o mutlu günleri anımsadı tekrardan.. Önce bir tebessüm belirdi, ardından hiddetli gözleri..

"Komutanım, Sizinle omuz omuza çarpışmak benim için bir şereftir.."

Fuat, mutlu bir yüzle kafasını salladı.. "Derhal diğer elemanlarımızı da bulmamız lazım.. ondan sonra da ilk hedefimiz bize yüklü miktarda ilaç, araç gereç ve mühimmat sağlayacak bir yer.."

"Arnavutköy Depo" diye heyecanla cevap verdi Haldun..

"Evet, aferin" takdir etti Fuat bir öğrencisini takdir eden öğretmen gibi..

"Şimdi al şunları ve yola çıkalım.." dedi Fuat ve cebinden siyah kutuyu çıkarttı.. Haldun avucunu açmıştı.. İki adet sarı hap düştü avucuna.. ve bir seferde yuttu..

"Hazırım komutanım!"